29 Haziran 2011 Çarşamba

14:14

İçimde her gün ölen umutlar var
Sana dair bana dair
İçimde her gün ölen ben varım
Sadece bana dair
Öldüğüm de gel ki
Açık olan gözlerimi kapat
Öldüğüm de gel ki
Gelişinle onurlandır bu sensiz bedeni
Öldüğüm de gel ki
Arkamdan demesin hiçbir kimse
Uğruna öldüğü gelmedi diye
Öldüğüm de gel ki
Konuşturma kimseyi saçma sapan sözleri ile
Öldüğüm de öyle bir gel ki
Cehennem olan sensizliğim cennet olsun

Her Birimiz Öldürdüklerini Yüreğine Gömen Katilleriz

Mezarlığı andıran bir yüreğim var bu aralar. İçinde ölen insanlar sevgi kırıntıları toplu bir mezar gibi. Üst üste yığılan cesetler çürümeye mahkum hayali insanlar. Aralarında sahip olmadıklarım hatta hiç göremediklerim bile var. Kimini kendi ellerimle öldürdüm kimi ise intihar etti. Sanki intihar edecek başka bir yer yokken. Kimisini ben ittim ben sebep oldum ölümüne. Mezar taşları olmayan bir sürü cesetle dolaşıyorum şu sıralar. Hangi birine ne yazmalı ne söylenmeli ki zaten. Kimisi yaşar dedim benimle doğduğu gibi benimle ölür dedim ama olmadı işte. Onlar intihar etmeyi seçti. Yada ben bıçağımı alıp savurdum durdum önüme her gelene. Kimi zaman haklı kimi zaman haksız. Ama kime göre haklı kime göre haksızdım bilmiyorum. Bir tarih seçip bu toplu mezara her gün bir çiçek bırakmalıyım. Yada çürümeye mahkum insanları çürümeye mahkum bırakmalıyım. Ölenler için bir şeyler yapmak saçma öldü bitti ve gitti. Katilleri bende olabilirim. Ellerimde kan olmadan öldürmüşte olabilirim hepsini. Değmeyen yürekleri vardı kimisinin değmediğim yürekler. Bakmadığım gözleri vardı. Hissetmediğim kalp atışları. Duymadığım sesleri. Ben mi öldürdüm onları yoksa kendilerimi intihar etti. Ben şimdi neden düşünüyorum ki bunları. Anlamasız gelmez mi insana. Yoksa öldürdüklerimi mi özledim. Yada yüreğimdeki toplu mezar mı artık ağır gelmeye başladı. Sahi ben kimi özledim kimi öldürdüm. Yoksa onlar mı öldürdü beni. Şimdi hangi cesedim hangi mezarlıkta kim bilir. Kimin yüreğinde çürümeye mahkum edildim. Bir çiçek bırakanım var mı yada bir dua okuyanım.Ben kimde öldüysem öldüm. Ben bende yaşayabildikten sonra kaç yürekte ceset bıraktığımın ne önemi var ki zaten. Bir duada benden cesetlerime. Yarım bıraktığım yada bırakılmaya mecbur kaldığım tüm toplu mezarlarıma. Şimdi kaç ceset daha alabilecek bu yürek denen mezarlık. Kaç kişiyi daha gömecek. Yada kaç kişiye hayat verecek kaç ölüyü diriltecek. Bir dakika sonramızın hesabını yapamazken neyin derdindeyim ki ben. Nefes aldıkça ya bir toplu mezar olarak kalacak yada bir hayat pınarı. Bunu ne ben değiştirebilirim ne de başka biri. Ben ve ölülerim nefes aldıkça varız yada hayat verdiklerimle işte. Aslında kalp değil bu ne bende ki nede sizdeki. Taşıdığımız mezarlıktan başka hiçbir şey değil. İyiyle kötü gibi siyahla beyaz gibi bir yanı iyi bir yanı kötü bir yanı can alırken bir yanı hayat veren bir et parçasından başka hiçbir şey değil bu. Dönün ve bakın arkanıza kimleri gömdüğünüze bakın bu toplu mezara yada bakın kaç kişiye hayat verdiniz. Kaç kişinin yüzünde tebessümler oluşturdunuz. Bakın hadi korkmadan utanmadan sıkılmadan bakın. Önce hayat verip sonra canını aldıklarınıza bakın. Kana kana içirdiğiniz sonrada bir nefeste canınızı aldıklarınıza bakınız. Aslında birer katilden ibaret olduğumuza bakın. Kırdığımız insanlara bakın. Hayallerini süslediğimiz insanların canını bir nefeste nasıl aldığınıza bakın. Benim yüreğim bir mezarlık öldürdüğüm insanlarla dolu toplu bir mezarlık. Kimine göre ise bir hayat pınarı kimine ise bir mezarlık. Kokuşan cesetlerden oluşan bir mezarlık. Kokan cesetlerim var benim arada aklıma gelen. Hayat verdiklerim var yüzümü güldüren. Benim bir yüreğim var bir et parçam. Bana hayat veren ama bazen can alan bazen de can veren bir yüreğim var. Benim bir hayatım var. İçinden çıkamadığım insanlara güvenemediğim. Benim bir yüreğim var adını katil koyduğum. Bizim bir yüreğimiz var. Kimi zaman can aldığımız kimi zaman can verdiğimiz. Biz kimmiyiz Biz insanız. Biz kimmiyiz Biz can vereniz. Biz kimmiyiz biz bir katiliz. Bizde herkes gibi birer katiliz aslında öldürdüklerimizi yüreğine gömen birer katiliz….

28 Haziran 2011 Salı

İki Güzel Yürekli İnsan


İnsan hayatında hiç görmediği ama her seferinde sohbetinden mutlu olduğu kaç kişi vardır ki ? Benim var evet hemde iki tane. Başlarda iyi niyetli ön yargılarım olsa da şuan onarı tanımaktan mutlu olduğum iki tane çok sevimli ve tatlı insanlar var. Hani nasıl tarif etsem kelimelere döksem bilemiyorum ama anlatmaya kalsam sanırım 4-5 sayfalık bir yazı çıkar. Çünkü biliyorum ki her ikisini anlatmaya kelimeler yetmez belki de bir roman yazsam yine de onları tam olarak anlatamam muhakkak bi eksiklik hissederim. Onlarda öyleler işte. Aslında ben sanal arkadaşlıklara dostluklara pek inanan biri değilim. Yani uzun soluklu olacağını sanmıyordum. Halende sanmıyorum ama bu sefer şeytanın bacağını kırarım gibi geliyor umarımda öyle olur. Bu iki insan biri Aslı biri de Mehbup. Yazdığım yazılarda ilk defa isim veriyorum. Çünkü bilmelerini istiyorum benim için gerçekten değerli ve önemli olduklarını. Bi arkadaş dostlar bi abla gibi diyecem ama yaşlarını pekte belli etmek istemiyorum şimdi durduk yere veto yemeyelim ama dimi ? Biliyorum ki her ikisinin de küçük ama bir okyanus büyüklüğünde bir yürekleri var. Başta da dedim ya kelime yetmiyor anlatmaya bulamıyorum ki çenem de bir o kadar düşüktür ama maalesef bu sefer çok fazla bir şey yazamayacam. Her ikisi de tarifsiz mükemmel insanlar. Umarım hayatları boyunca da hayatın tüm güzellikleri bir birleri ile yarışır karşılarına çıkmak için. Onlara yazdığım akrostiş ile yazıyı noktalamak istiyorum çünkü yazmaya çalıştıkça saçmalamaktan korkuyorum. Akıl makıl bırakmadılar da bende :P



“ASLI”

Aslında görüldüğü gibi değildi hiçbir şey
Sıradan gibi gözüken fakat güzel bir dostluktu bu yaşanan
Lakin varsa ortada bir değer onun güzel yüreğindendi buna sebep
Isıtırdı yüreğimi söylenen her bir söz görmesem de bilirdim ufak ama bir o kadar okyanus yüreğini

“MEHBUP”

Maksat aynı yerde olmak değildi aynı yerde yaşamak
Elbet farklı yerlerde olup aynı gökyüzüne bakabilmekti aynı duyguları paylaşıp
Hatalarını yüzüne vurmak değil de onlardan ders çıkartabilmek ti
Bakabilmekti aynı güzelliklere
Uçurumun kenarında el verebilmekti
Pas dediğin de devam etmeni sağlamaktı dostluk






Kısa Ama Tanıdık Bir film


Kısa Bir Film

KONU: Ayrılıktan sonra bir erkeğin yaşadığı durum. Taki diğer bir aşka yelken açana kadar.

KAHRAMANLAR: Serdar ve Betül

Konunun benimle yakından yada uzaktan hiçbir alakası yoktur. Valla bak…

Olayımız Serdar ve Betül arasında geçmektedir. Serdar ile Betül iki senelik bir birlikteliğin son demlerine gelmişlerdir. Serdarın tüm çabalarına rağmen Betül’ün ayrılma kararını değiştirememiş ve ayrılmak zorunda kalmışlardır. Gerekçe olarak Betül’ün öne sürdüğü şey iki yıl içinde yaşadıkları bu ilişkinin artık monoton bir hâl alması ve artık eski heyecanının olmamasıydı.

2gün önce yer Beşiktaş ta bir cafe…

Serdar: Ne içersin canım ?
Betül : Aslında canım pek bir şey istemiyor. Seninle konuşmam gereken şeyler var konuşup gitmek istiyorum.
Serdar: Hayırdır bir şey mi oldu benim bilmediğim ?
Garson: Evet efendim siparişlerinizi alabilirmiyiz ?
Serdar: Ben bi bira istiyorum
Betül : Bende bir su alayım bari
İçecekler gelmeden önce Betül aslında ne konuşacağını kafasında toparlamamıştı ama kararında ciddiydi. Sonuçta Serdar ile yaşadıkları 2 sene vardı. Onu kırmak üzmek istemiyordu.
Serdar: Evet canım seni dinliyorum büyük bir merakla
Betül: Nerden başlayacağımı bilmiyorum Serdar. Seni kırmak incitmekte istemiyorum ama ben daha fazla bu ilişkiyi sürdürmek istemiyorum.
Büyük bir şaşkınlık geçiren Serdar elindeki sigara paketini sıkarak
Serdar: Betül sen ne dediğinin farkındamısın ? Neden ne oldu ne yaptım ben sana da böyle bi karar da böyle bir istekte bulunuyorsun?
Betül : Tamam sakin ol lütfen
Serdar: Ne sakini yaa ne sakini nasıl sakin olmamı bekliyorsun
Serdar Betül’ün elini tutar ve sıkar
Betül: Canımı yakıyorsun yapma lütfen böyle
Serdar: Canını yakan ben değilim senin bu söylediğin aptal ayrılma fikri. Ortada bir şey yokken nerden çıktı bu aklım almıyor bunu. Daha geçen gün beni sevdiğini söylüyordun. Ne değişti şimdi ne oldu söylermisin bana
Betül: Evet biliyorum ama kaç gündür sana bunu söylemek istiyorum. Yapamıyorum artık yürütemiyorum bu ilişkiyi olmuyor lütfen anla beni.
Serdar: Neyini anlim ya Allah aşkına neyini anlim bunun Betül seni seviyorum ve kaybetmek istemiyorum.
Betül: Lütfen daha fazla zorlaştırmayalım bunu kırmadan birbirimizi ayrılalım bitsin lütfen Serdar beni biraz olsun sevdiysen anlayış göster bana
Serdar: Benden ne anlayışı bekliyorsun ya neyin anlayışı. Seni böyle severken gitmene göz yummamı mı bekliyorsun. Birimi var yoksa hayatında başka birini mi seviyorsun doğruyu söyle bana
Betül: Hayır saçmalama tabi ki yok öyle bişey
Serdar: Eğer öyle bir şey varsa Betül ve sırf bu yüzden benimle ayrılmak istiyorsan ecelin olurum senin. Ailene yaptığımız her şeyi anlatır sonra senide o lavuğuda doğduğunuza pişman ederim. Eğer bana böyle bir kaşarlık yaparsan öldürürüm seni anlıyormusun.
Betül: Benimle düzgün konuş hiç kimseden korkmuyorum. Beni tehdit edemezsin sen. İstemiyorum anlıyormusun istemiyorum ne seni nede başka birini.
Serdar: Sorun ne Betül bana mantıklı bi açıklama yap bende diyeyim hee tamam haklısın peki.
Betül: Serdar kaldıramıyorum istemiyorum. Her şey monoton geliyor hep aynı şeyler ve bu beni sıkmaya başladı artık.
Serdar: Ne monotonu ya neyin monotonu Betül siktirme bana şimdi monotonluğunu sebep bu mu yani. Napim monoton olmaması için takla mı atim a.q napim sen söyle.
Betül: Bir şey yapmana gerek yok Serdar lütfen beni anlayışla karşıla. Arama beni mesaj da çekme lütfen
Serdar: Siktir git Betül siktir git yazıklar olsun sana verdiğim değere de sevgiyede seninle geçirdiğim 2 yıla da yazıklar olsun yaaaa kahretsin defolll Betül defol

Betül üzgün bir şekilde masadan kalkarken Serdar’ın gözleri dolmuştu. O sırada garson bira ile suyu getirirken
Serdar: Birayı koy suyu götürebilirsin
Serdar her bir yudumda Betül’e biraz daha sitem ve küfür dolu sözlerle 4ncü birasını içmektedir.
Şimdiki zaman. Aradan 2 gün geçti ve Serdar her akşam olduğu gibi içkisini alarak Betül’ün resimleri eşliğinde salya sümük ağlamaktadır. Gizli numaradan Betül’ü arayarak sesini dinleyip telefonu kapatır. Dinlediği müzikler hep bunalımdır damardan ve yaralıyıcı. Hele birde şarkılarını dinlerken bir yudum daha alır içkisinden
Serdar: Amına koyim neden neden gittin Betül neden terk ettin beni “Dünyaya birdaha gelsem sevgilim arar bulurum yine seni severim” Betülllll ulan nerdesin Betül
Dayanamayıp Betül’ü arar. Telefon ilk iki seferde açılmaz ve üçüncüsünde uzun uzun çaldıktan sonra açılır
Betül: Efendim
Serdar: Betül seni çok seviyorum Betül unutamıyorum seni ya unutamıyorum acı çekiyorum Betül
Betül: Serdar lütfen yapma bunu. Açtım telefonu bir daha beni aram diye söylemek için. Bitti artık anlıyormusun bitti
Serdar: Bitmedi Betül bitmedi ben bitti demeden bitmedi bitmyecek
Betül: Lütfen Serdar kapatıyorum telefonu ve beni bir daha arama sakın yoksa değiştirecem numaramı yada açmayacam kesinlikle bir daha
Serdar: Betül kapatma lütfen telefonu bak kapına gelecem yoksa yemin ediyorum sen beni affedene kadar sabahlarım orada hiçbir yere gitmem günlerce Betül seviyorum seni lütfen yapma
Betül: Kendine iyi bak serdar hoşça kal
Serdar: Betül yapma bunu bana yapma lütfen
Telefon kapanır
Serdar: Amına koyim senin Betül neden yaaa neden
Ardan 1 hafta geçer. Serdar ayrılık etkisinden azda olsa kurtulmuştur. Ama gel gör ki Betül ile yaptığı şeyler aklına geldikçe hüzünlenir. Onunla gezdiği dolaştığı yerlerden geçince ister istemez Betül aklına gelir. Birkaç sefer Betül’ün çalıştığı yere gider ama konuşmaya cesaret edemediği için sadece onu uzaktan seyredip geri döner.
Aradan 1 ay geçer. Artık eskisi gibi acı çekmemektedir Serdar. O uğruna ölürüm dediği şunu yaparım ederim dediği Betül sevgisi içten içe yok olmuştur. Arada acı veren hatıralar oluyor tabi ki ama eskisi kadar koymuyor Serdar’a.
2 ay sonra Serdar normal yaşantısına dönmüştür Betül’e ait resimleri atmış onunla ilgili ne varsa yok etmiştir. Ama kalbinde sevda kırıntıları kalsada o pek bunu umursamamaya çalışıyordur.
3 ay sonra Serdar önüne çıkan fırsatları değerlendirmeye başlar ve artık Betül’den bir eser kalmamıştır. Karşısına çıkan insanlarda az da olsa Betülden bir şeyler arasada aslında o da biliyordur ki senaryo aynı olsa da karakterler hep farklı olacaktır. Bu 3 ay içerisinde söylediği sözler yaptığı davranışlar aslında kendisine yaptığı haksızlıktan başka hiçbir şey değildi. Artık Serdarın hayatında başka bir vardı söylenen sözler gösterilen ilgi yapılan her şey tarihin tekerrür etmesinden başka bir şey değildi aslında. Serdar sadece o 3 ay içerisinde kendine ettiği ile kaldı. Ne demişler. Eğer bir erkek mahvedecem diyorsa evet mahveder ama içip içip kendisini mahveder . Eğer bir kadın bunu diyorsa emin olun ki korkun bu durumdan çünkü mahveder.




21 Haziran 2011 Salı

Bir İpte İki Can


Bir nefes daha çekiyorum şimdi ölüme bir adım daha yaklaşmak için
Bir nefeste yanan sigaramdan çekiyorum öteki adımı atabilmek için
Bir nefeste senden çekiyorum kefenime sarılabilmek için
Her aşkta hazırladığım dar ağcına ipi takabilmek için
Bu son diyip geçiriyorum boynuma umarsızca
Şeytanla pazarlığıma oturmaya hazırlanırken
Son bir sigara daha yakalım geçmişe inat
Son bir kez daha bak kurbanına hadi
Ve ben de son bir bakış atayım katilime
Bir nefes daha çekelim karşılıklı yaklaştıkça ölüme
Geriye kalan bir avuç yalan olsun
Geriye kalan iki bitmiş ömür olsun
Ve geriye kalan iki ceset olsun
Arkamızdan konuşulanları duyar gibiyim
Çocuklarına anlatacaklar biliyorum
İki kişi yaşardı diyecekler bu evde bir birini seven diye
Cümleye böyle başlayacaklar biliyorum
Ama gerisini hiç biri getiremeyecek
Bilmeyecekler belki de uyduracaklar
Belki bir efsane olacak yada uyduruk bir hikaye kuracaklar
Bilmeyecekler hiçbir zaman bizle gömülü olanı
Bir ipte iki cambaz oynamaz derler ya o da bir şey mi
Biz bir ipte iki can verdik ya işte onu bilmeyecekler




Körü Körüne İntihar Etmek İstiyorum Sana Aşık Olup


Körü körüne intihar etmek istiyorum sana aşık olup
Körü körüne yanmak istiyorum sana
Öyle böyle değil her gelişinde gidişini aratır gibi
Salya sümük ağlamak istiyorum
Öyle bir paket sigarayla bitirmek istemiyorum günü
Her söndürdüğüm sigarada ismin kazılı olsun istiyorum
Hani uyuyupta sana duyduğum özlemi bir nevzi olsun boş bırakmak istemiyorum İstemiyorum işte dolu dolu yaşamalıyım seni acınla sevginle
Öyle boş masallara karnım tok olsun istiyorum
Sevdim mi adam gibi seveyim istiyorum
Gelişin nasıl o kadar büyükse
Gidişinde öyle büyük olsun istiyorum
Sevgin ne kadar yüceyse ayrılışında bir o kadar acı olmalı
Boynuma bir ip dola gelişinle
Gittiğinde sen çek altımdaki sandalyeyi
Öyle bir çek ki son gördüğüm katilim olsun
Çok günah işledim biliyorum
Mesela en başta seni sevmekle
Biliyorum intihar etmek günahtı körü körüne
Ben kolayı seçtim sana aşık olarak
Ben kolayı seçtim ölümle
Ben aslında seni değil ölümü özledim
Ben seni değil ölümü sevdim
Ben aslında körü körüne aşık olup ölümü bekledim

18 Haziran 2011 Cumartesi

Babalar Günün Kutlu Olsun Baba


Evet yarın babalar günü. Yazmak istediğim çok şey var aslında ama sanırım hiçbir şey yazamayacam. Çünkü 02 Nisan 1998 den sonra hayat benim için hep 1-0 mağlup devam etti ediyor da. Hayat her şeye rağmen devam etsede eksik devam ediyor. Bu kadar erken yaşta kaybettiğime mi üzüleyim yoksa babamla çok bir şey yaşayıp paylaşamadığıma mı ? Artık ne bayramlar eskisi gibi ne de öyle özel günler. Nur içinde yat baba. Babalar Günün Kutlu olsun…..

17 Haziran 2011 Cuma

Dedem ve Ben


Dedemle birlikte Sarıyer maçlarına giderdik maçın başlamasına 3 saat kala ve senaryomuz hiç değişmezdi. Ama ilk destekleyip tuttuğum takım Sarıyer’dir. 3 saat kala stada gider her zaman oturduğumuz yere geçer ve dedemin statta köfte ekmek satan arkadaşı ile sohbetini dinlerken bende o arada çeyrek köfte ekmeğimi yer onları seyrederdim. Stat yavaş yavaş dolmaya başlarken sürekli dedemin arkadaşları gelir ve yanağımı mıncıklayıp bana hiç bilmediğim ve şuan hatırlamadığım soruları sorup dururlardı. Ailede dedemin en sevdiği torunu olduğum için ayrı bir şımarma durumum olduğundan pekte uslu bir çocukluk geçirdiğim söylenemez. Benim yaptığım yaramazlıklarda annemden dayak yememe ramak kala dedemin arkasına saklanıp ve dedemin bırak oğlumu kızını döv dediğini dün gibi hatırlıyorum. Bu yüzden yaptığım yaramazlıkların hepsi kız kardeşime patlamıştır. Emekli bir insanın yaptığı şeylerden biride kahve yani kıraathane olayıdır. Ve ben her akşam dedemin cebinde getirdiği bir çikolata için camdan onu bekler dururdum. Aslında çikolata bahane idi. Çünkü dede torundan ziyade baba oğul gibiydik. Babamın hakkını yemek istemem ama dedem benim hayatımda çok önemli bir yeri olan insandı. Aynı evde ayrı bir cumhuriyetimiz olduğunu da söylemeden edemiyecem. Çünkü çocukluğumda ilklerimi hep onunla gerçekleştirmişimdir. İlk yaptığım yemek mesela yada en başta söylediğim gibi ilk gittiğim maç. Bana futbolu sevdiren insan…

Dönüp arkama baktığım zaman dedemle ilgili vicdan azabı çektiğim tek bir şey var. Onu burada söylemek istemiyorum. Ama onu kaybettikten sonra haftalarca ağladığımı biliyorum. Hasta yatağında yattığı sıralar benden bir söz istemişti. “Ben bir gün gidecem ve sen hiçbir zaman ağlamayacaksın ağladığını duyar veya görürsem gelir kulaklarını çekerim” dedikten sonra ekleyerek “ En büyük kim” derdi ve arkasından ben “Sarıyer” diye bağırdığımı hatırlıyorum. Sarıyer maçlarına gitmemi çok isterdi ve tek tuttuğu takımdı. Öldüğü gün hiçbir şeyden haberim yoktu çünkü hastanede yatıyordu son zamanlarında. Eve geldiğimde herkesin ağladığını görmek beni baya bir şaşırtmıştı. Aklıma gelmedi dedeme bir şey olduğu. Çünkü dedem benim için “ÖLÜMSÜZ” biriydi. Sormadım da kimseye bir şey. Evin kalabalıklığı zaman geçtikçe artıyordu. Ailenin tüm fertleri artık bizim evdeydi. Hiç görmediğim insanlar bile. Kapıya çıktığımda tekrardan aslında anlamıştım neler olduğunu. Ama ölümün ne olduğunu bilmediğimden rahattım. O yeşil cenaze arabası gelmek üzereyken birinden araba geliyor diye bir ses yükseldi. İnsanlar sokağa çıktığında ben o ufacık tefecik halimle kendime bir yer bulamadığımdan. Kapımızın önünde duran o asma ağacına çıkıverdim her şeyi kuş bakışı görebiliyordum. Dedemi getirmişlerdi yeşiller içinde. Benim için ölümsüz olan adamı. Ve o gün anladım aslında her güzel şeyin bir sonu var diye. Ve son kez dedemi gözleri kapalı bir şekilde o tabutta görmüştüm. Verdiğim sözü tuttum o an ağlamadım. Ama cenaze gittikten sonra herhangi bir komşunun kapısından içeri girip saatlerce ağladığımı biliyorum. Çünkü dedemi son kez görmüştüm ve bir daha hiçbir zaman gelmeyecekti. Belki de hayatımın ilk kaybını ilk yıkık döküklüğünü o zaman hissettim O zaman hayatın adil olmadığını ve sevdiklerimizi almak için sırada beklediğini öğrendim.

Benim dedem ölmedi aslında hiç çünkü benim dedem ÖLÜMSÜZ….

Hadi bak bakalım içinde bir sen daha var mı sana yetecek


Belki de bir gün o güneş yeniden doğacak hiç doğmadığı gibi. Kim bilir belki çok yakındadır. Belki de hiç doğmayacak kandırıp duruyoruz kendimizi. Umutsuzluk kötü evet. Ama ondan daha kötü bir şey daha var. Yetinmemek. Neden insan elindekilerinin kıymetini kaybettiğinde anlar? Neden elindekileriyle yetinmez. Neden hep daha fazlasını ister? Bu kadar zormudur yetinebilmek yetebilmek. Her seferinde daha fazlasını arzulamak gibi bir niyetimiz isteğimiz var. Bunun için kaybettiklerimizin muhasebesini hiçbir zaman yapmayız. Hani derler ya bir gül için yüzlerce papatyayı ezeriz diye ezdiklerimiz işte bizim kaybımız. Aslında kazandığımızı düşünürken kaybettiğimizin farkına varamıyoruz. Hep daha fazla daha fazla daha çok o kadar gözü doymaz varlıklarız ki kimse kandırmasın birbirini. Ademle Havvayı düşünün cennette o kadar çok şey varken sadece bir elma için nasıl kovulduğumuzu düşünün. Sanırım sorun genlerimizde. Bizdeki açgözlülük duygusunda. Belki de açgözlülük te değil ama var işte kumaşımızda bir defoluk hatta birkaç defo. Şimdi bazılarınız bunu okuduğunda belki de şunu diyecek “ay ben hiç öyle biri değilim yetinmesini bilirim” bence aynaya bir bak derim ve düşün. Ne düşüneceğini sen biliyorsun ben bir şey demim bunun için. İnsanın kendisiyle hesaplaşması o çuvaldızı kendisine batırması kadar güzel bir şey yok. Tabi eğer orada da doğru bir ön yargılama yapıyorsan işte o zaman senin tadından yenmez bir durum olur.

Hadi bak bakalım içinde bir sen daha var mı sana yetecek ?

11 Haziran 2011 Cumartesi

Aslında maksat unutmak değil de yaşarken tekrar dirilmek ti işte

Aldığım her nefeste
Canımı daha da yaktığımı anladım
Yüreğime su serpen sözlerin de yok artık
Kaldım mı yine bir başıma
Dur dedim oysa gitme dedim arkana bile bakmadın bir tek sefer bile
Oysa ki gidişinle bir çok yaşanması gerekeni dul bıraktın
Üzülmemek elde değil işte
Lafımı da esirgemezdim esirgedim işte mecburdum
Madem ki gittin bana kalan sadece susmak
Farz edelim ki hiç yoktun hiç var olmadık
Ne yani unutamam mı o gözlerini sanıyorsun
Tadı hiç gitmez mi dudaklarının dudaklarımdan
Unuturum işte vardır elbet bir yolu
Yanılıyorsun işte her zaman ki gibi unuturum dedim mi unuturum ben
Kendimi unuttum çoğu zaman sen mi unutamayacam
Şarkılar söylerim delicesine
Kendi kendime eğlenirim ne var yani olamaz mı
Ellerini hiç tutmadım farz ederim
Örneğin ısıtmak için cebime sokarım ellerimi
Rüyaydı derim uyandım ve bitti gitti derim
Hiç hatırlamam uyku sersemliği derim üstüm açılmış derim
Alışık değilimdir öyle rüyalara bilirsin
Bak unuttum bile
Ne yani hiç sevmedim ki ben incinmedim de özlemiyorum da
Hiç bakmadım ki gözlerine tenin bile değmedi tenime
Kokunda yok zaten
Pardon ismin neydi hatırlayamadım da
Sahi kimdiniz hanfendi tanışıyor muyduk ?
Aslında maksat unutmak değil de yaşarken tekrar dirilmek ti işte (iç ses)

10 Haziran 2011 Cuma

Başlık Yok


Aslında aklımda bir sürü şey vardı yazmaya başlamadan önce söyleyecek çok sözüm vardı uçup gitmeselerdi eğer. Böyle karışık başı sonu belli olmayan bir şey planlamıştım ama olmadı işte. Şimdi yine ne yazacağımı bilmeden saçmalamaktan korkarak başladım yazmaya. Hayatta böyle işte bazen planladığın gibi gitmiyor hiç bir şey. Araya sıvışan bir sürü parazitle uğraşmak zorunda kalabiliyorsun. Ben parazit diye isimlendiriyorum onları siz istediğinizi diyebilirsiniz. Planladığımız şeyler gerçekleşmediğin de biz bunu genel olarak kısmet değilmiş yada nasip değilmiş der geçiştirmeye çalışırız Aslında farkına varamadığımız şey her şeyin bizim elimizde olmasıdır. Yılmadan yıkılmadan çabalamak yerine suçu yine her zaman ki gibi kolayı seçerek kadere yada kısmete atarız. Tamam kader kısmet diye bişey var bunu inkar etmiyorum ama bu bizim seçimlerimizden oluşan bir şey. En azından ben buna inanıyorum. Misal bir evlenme teklifi aldığınızı düşünün. 2 seçeneğiniz var ya evet diyeceksiniz yada hayır. Ama hangi seçeneği seçerseniz seçin bunu kader yada kısmet diye nitelendireceksiniz. Ama bunun kendi seçiminiz olduğunu unutacaksınız. Hayır desen de evet desen de aa kısmet böyleymiş kader işte diye avundurup duracaksınız kendinizi.

Hayat aslında uzun gibi gözükse de çok kısa o kadar kısa ki nasıl geçip gittiğini anlayamıyoruz bile bi bakmışınız yaş olmuş 60. Geriye dönüp baktığınızda kendin için ne yaptın diye sorsalar dünyaya iki tane çocuk getirdimden başka bir şeyin olmayacak. Oysaki ertelediğin vazgeçtiğin o kadar şeylerle doluydu ki hayat hepsini kadere kısmete attığın için hatırlamayacaksın hiç bir şey. Çok mu karamsar konuşuyorum bence hayır bu en azından benim yaşadığım toplum içerisinde bire bir gördüğüm şeyler.

Her günü dolu dolu yaşamak lazım. Her an ölebilecekmiş ama hiç ölmeyecekmiş gibi. Sanırım bide başımıza gelen olayları kadere kısmete yorumlamasak iyi olacak gibime geliyor. Her zaman bir seçeneğimi var sonunda ne olup ne biteceğini bilmesek bile sonuçta o bizim seçeneğimiz olacak. Kendimizi kandırmaktan vazgeçmek gerek sanırım. Onun için kimseyi kırmadan gücendirmeden art niyetsiz sevmek lazım adam gibi. İster bu dünyada yanalım ister öbür dünyada seçim bizim. Her şey de olduğu gibi. Birkez olsun çuvaldızı kendimize batıralım verdiğimiz kararlarda.

Bunun da Başlığını Siz Koyun


İlk okulu bitirmiştim yaz tatiline girmiştik ve ben hayatımda ki ilk iş deneyimimi yaşamaya hazırdım. Bunu mecbur olduğum için değil istediğim için yapacaktım. Okul bittikten 1 hafta sonra rahmetli babamın yakasına yapışıp ben çalışmak istiyorum diye zırladığımı hatırlıyorum. En azından tam hatırlamasam da valde sultan hatırlatıyor arada ettiğimiz sohbetlerde. Ben anneme hep Valde Sultan derim nerden dilime yapıştıysa artık anneden çok bunu kullanırım. Ve vakit gelmişti artık bir pazartesi sabahı babamla birlikte o ilk işe başlayacağım yere doğru yol almıştık. İnanılmaz bir heyecan ve mutluluk vardı içimde bunun tarifini anlatmak gerekirse anlatamam çünkü bi tarifi yok lügatimde. Yaşıtlarım bisikletleriyle gezip dolaşırken ve her gün mahalle arasında koşuşturup top oynarken tatilin keyfini doya doya yaşarken benim bu çalışma isteğimin olması şimdi düşündüğümde baya tuhaf geliyor bana. O iş yerine geldiğimizde biraz tedirgin olmuştum heyecandan olsa gerek ama dediğim gibi inanılmaz bir şeydi o benim için. Kendi paramı kazanabilecektim. En çokta bunun isteği ve arzusu vardı içimde. Belki tahmin ediyorsunuzdur ne iş olduğunu. Evet duyar gibi oluyorum haklısınız da tamirhaneydi gittiğim yer. Arabalara karşı bir ilgim olduğundan değildi orada çalışmak. Araba hevesim 25-26 yaşlarındayken oluşmaya başlamıştı. Babamla ustanın konuşmalarını dinliyordum öyle boş boş bakarak. Ustamın adını hatırlamıyorum ama lakabı halen aklımda Tombik Usta derlerdi. Konuşmaları sırasında baba ustaya şöyle bir laf söylemişti “Eti senin kemiği benim “ diye bir an afalladım burada bana ne yapacaklar diye. Sonradan akşam babama sorduğum da sadece bir eskilerin söyledi bir söz olduğunu duyunca rahatlamıştım. İlk iş günüm olduğu için sadece takımları öğretiyorlardı bide bol bol temizlik yapıyordum işte. Arabanın altına onların girmesine rağmen en çok ben kir pas oluyordum. Bunu şimdi düşündüğümde bile anlam veremiyorum doğruyu söylemek gerekirse. Çünkü sadece takımları onlara verip takımları iş bittikten sonra temizliyordum görevim sadece buydu. İlk haftalığımı aldığımda çok mutlu olmuştum o zamanın parasıyla 2.5 liraydı. Anneme veriyordum almıyordu babama veriyordum oda almıyordu bense biriktirmeye başlamıştım artık paramı. Her öğle arası evim yakın olduğu için evime gider yemeğimi yer işe geri dönerdim. O zamanlar doğalgazmış bilmem neymiş yoktu tabi. Su sobanın üstüne ısıtılır öyle duş alınırdı. Annemse beni her öğlen ellerimi ve ayaklarımı dışarıya çıkarttığı naylon liğen de yıkar dururdu. Arkadaşlarımı gördüğümde biraz yadırgardım neden çalışmıyorlar diye. Biraz da utanırdım san ki çalışmak utanılacak bişeymiş gibi çocukluk işte. Fazla uzatmayacam bunu ama iş hayatım bu şekilde başlamıştı hiçbir zaman hazıra konmamıştım. Belki inanmazsınız ama o zamandan beri bu yaşıma kadar hiç harçlık almadım ailemden. Kendimi bir şekle bir kaba koyana kadar sürekli çalıştım okulumu ihmal etmeden. Gerek garsonluk gerek pazarcılık çalışabileceğim her işte çalıştım. Bir sürü farklı insan modelleri gördüm neyin zararlı neyin doğru olduğunu öğrendim. Yanlışı ve doğruyu ayırt edebilmeyi öğrendim. Yanlışta yaptım kimi zaman ama ders çıkarmasını öğrendim. Korkmadım hayattan korkacakta bişey yoktu aslında. Şimdi dönüp baktığımda İyiki bunlar başıma gelmiş diyebiliyorum. Hani bir daha gelsem dünyaya aynı aileyi aynı hayatı yaşamak isterdim diyebiliyorum. İlerde bir çocuğum olsa onunda çalışması insanları hayatı erken öğrenmesi için teşvik ederim. Çünkü hayat hazır lokma değil yarıdan başlayıp devam ettirebileceğin bir şey hiç değil. Önemli olan kendini bir kalıba bir sıfata sokabilmek aslında. Çizdiğin yolda emin adımlarla yürüyebilmek. He şuda var tabi zaman geçtikçe devir değiştikçe insanların değiştiği de bir gerçek. Her ne kadar hayatı erken de öğrensen hayatın içine erkenden balıklama da atlasan tanıdığını bildiğini de sansan insanların o kadar çok farklı farklı yüzleri var ki bazen öğrendiğin şeylerin boş olduğunu da düşünebiliyorsun. Ama yıkıldığın yerden yeniden başlamak gibisi yok bu hayatta önemli olan pes etmemeyi öğrenmek….

9 Haziran 2011 Perşembe

Gerek Yoktu İşte Süslü Cümlelere...


Gerek yoktu aslında öyle süslü cümlelere. Kolay değil di çünkü aşk denen o şey. Aslında her şeyin özetiydi “O” nu özlemek. Yada yeterdi bir “Seni Seviyorum” demek. Gerek yoktu işte her şeyi büyüttüğümüz gibi “o” nuda büyüttük gözümüzde süslü cümlelerle. Sadece iki kelime yeterdi aslında anlatmak için. Ufacık bir kalbe gereğinden fazla yükler yüklemek anlamsızdı. Sevdin mi adam gibi ihtiyaç yoktu o kadar affilli söze….

7 Haziran 2011 Salı

Hadi Durma Kalk Daha Fazla Geç Kalmadan


Şu 3 günlük dünyanın 3 üncü günündeyim artık. Hayat dediğin nedir diye sorsalar verecek hiçbir cevabım yok olmadı da. Günler geçtikçe aynı geçen zaman gibi insanlarda değişip gelip geçtiler. Bir insanı çözmek meğersem ne kadar zormuş. O çok güvendiğin değer verdiğin insanların bir gün gelip seni yarı yolda bırakacağını aslında hiç unutmamak lazımmış. Geç olsa da bunu öğrenmek bu son evrede pekte işe yaramasa da bunu bilmek ne bir mutluluk ne de bir üzüntü veriyormuş insana anladığında. Aslında anlamalıydık bir elma uğruna cennetten kovulduğumuzda. İnsanız biz çiğ süt emmiş varlıklarız. Nasıl olsa öldüğümüz de tek bir kibrit çöpü götüremeyeceğimizi bildiğimiz halde bir insanın kalbini kırmayı göze alıp yaptığımız onca yanlış şeyler. Çok mu önemliydi bunlar çok mu zordu bir ekmeği bölüşmek ? Ben bu dünya da bir insanın mutlu olmasından ya da o insanı mutlu etmekten başka bir şeyin önemli olmadığına inananlardanım. Bir kağıt parçasını yani para dediğimiz şeyi bir köpeğin önüne attığında önce onu koklar sonra üstüne işer ve gider. Oysa biz o kağıt parçası için birbirimizi öldürebilecek varlıklarız. Evet gerekli bir şey ama paranın esiri olmamakta gerekiyor.

80li, 90lı yıllardaki gibi olmalı aslında hayat. Mahallece gidilen piknikler gibi bölüştüğün bir ekmek gibi. Çayını demleyip ettiğin birkaç sohbet gibi. Yada kadınları dedikoduları ile baş başa bırakıp aldım verdim ben seni yendim diyip seçtiğin adamlarla kolasına yaptığın maç gibi olmalı hayat. Yada bir akşam üstü demlediğin çay eşliğinde misafir ettiğin komşularının getirdiği kekler eşliğinde yaptığın balkon sefası gibi. Hep bir esprisi yapılır ya “Biz büyüdük ve dünya kirlendi” gerçekten de büyüdükçe mi kirlendi dünya? Büyüdükçe mi insanlar maneviyat yerine maddiyat peşinde koşarak nefes tüketir oldular. Yada bizi kirleten şey teknoloji mi oldu? Aslında teknolojiye de laf atmamak lazım çünkü onu üreten ve pazarlayanlar da bizleriz. Mesela eskiden bayramlarda ailece sabahın erken bir saatinde kalkılıp evin erkekleri bayram namazına giderler ve namazın hemen sonrasında fırından alınan o mis kokulu sıcak ekmeklerle ailece güzel bir kahvaltı yapılır ve sonra bayram ziyaretleri başlardı ailenin en büyüklerinden. Şimdi ise bir telefon açıp ben tatildeyim bayramın kutu olsun anne yada baba. Bu kadar mı düştük yada bu kadar mı unuttuk kendimizi ? İllaki bunları hatırlamak için ölmek mi gerekiyor. Bir insanın yokluğunda mı anlaşılıyor üşenip yapmadığımız göstermediğimiz sevgiler ?

Hiçbir şey için geç değil aslında…. Şimdi kalk ve bir insanı tebessümlere boğ. Kalk ve bir insanı mutlu et bu kimin olduğu önemli değil ilk aklına gelen bir kişi yada uzun zamandır görüşmediğin bir kişi de olabilir. Bunu bir başkası için yapma bunu kalbine duyduğun kendine duyduğun sevgiden dolayı yap ve kalk kendin için bir kişiyi mutlu et daha fazla geç kalmadan…

80li, 90lı yıllardaki gibi olmalı aslında hayat. Mahallece gidilen piknikler gibi bölüştüğün bir ekmek gibi. Çayını demleyip ettiğin birkaç sohbet gibi. Yada kadınları dedikoduları ile baş başa bırakıp aldım verdim ben seni yendim diyip seçtiğin adamlarla kolasına yaptığın maç gibi olmalı hayat. Yada bir akşam üstü demlediğin çay eşliğinde misafir ettiğin komşularının getirdiği kekler eşliğinde yaptığın balkon sefası gibi. Hep bir esprisi yapılır ya “Biz büyüdük ve dünya kirlendi” gerçekten de büyüdükçe mi kirlendi dünya? Büyüdükçe mi insanlar maneviyat yerine maddiyat peşinde koşarak nefes tüketir oldular. Yada bizi kirleten şey teknoloji mi oldu? Aslında teknolojiye de laf atmamak lazım çünkü onu üreten ve pazarlayanlar da bizleriz. Mesela eskiden bayramlarda ailece sabahın erken bir saatinde kalkılıp evin erkekleri bayram namazına giderler ve namazın hemen sonrasında fırından alınan o mis kokulu sıcak ekmeklerle ailece güzel bir kahvaltı yapılır ve sonra bayram ziyaretleri başlardı ailenin en büyüklerinden. Şimdi ise bir telefon açıp ben tatildeyim bayramın kutu olsun anne yada baba. Bu kadar mı düştük yada bu kadar mı unuttuk kendimizi ? İllaki bunları hatırlamak için ölmek mi gerekiyor. Bir insanın yokluğunda mı anlaşılıyor üşenip yapmadığımız göstermediğimiz sevgiler ?

Hiçbir şey için geç değil aslında…. Şimdi kalk ve bir insanı tebessümlere boğ. Kalk ve bir insanı mutlu et bu kimin olduğu önemli değil ilk aklına gelen bir kişi yada uzun zamandır görüşmediğin bir kişi de olabilir. Bunu bir başkası için yapma bunu kalbine duyduğun kendine duyduğun sevgiden dolayı yap ve kalk kendin için bir kişiyi mutlu et…..

6 Haziran 2011 Pazartesi

Şimdi Sende Herkes Gibisin


Hemen hemen hepimizin başına gelmiştir. Değer verdiğimiz dost sandığımız insanların bir sevgili bulunca eskiden olduğu gibi artık bize bir zaman ayırmaması bırakın zamanı bir selamı bile esirgemesi. Bunu bir türlü anlamış değilim. Çünkü bana göre sevgilinin ve dostun yeri her zaman ayrıdır. Tabi bunu becerebilmek te lazım. Hayatımda hep kapımı açık tuttum gelene de gidene de ama gidipte gelen için o kapı açıkta olsa artık eski yerini bulamayacaktır ayakta bekleyecektir yerini kaybettiği için. Tabi sevdiğin değer verdiğin bir insanın mutlu olması beni de mutlu eder ama bu şekilde değil. Şimdi belki sorarsınız yada merak edersiniz acaba kim diye ama ben yine isim vermeyecem. Aslında bu genel bişey herkesin de başına gelmiştir diye düşünüyorum. Belki de bu konuyu çok büyütüyorum kim bilir. Ama şu da var sevgili bulup ta dostuna sırt çeviren insan sevgilisinden ayrıldığında geri dönmek koymaz mı be insana ? Ben bi hatırlatayım dedim bu durumu yolun açık olsun sevgili dostum.

5 Haziran 2011 Pazar

İşte Yarı Teşekkür Yarı Özeleştiri


Demek ki arada okumakta lazım. Yoksa benim gibi öyle dumur olur kalırsınız. Ama ben ne bilim okumayı sevmiyorum işte okuyamıyorum ne olursa olsun ve bugün okumadığım için dumur bir durumda şok olmuş bir duruma maruz kaldım. Ama artık şoku atlattım ve bu yazıyı yazmaya karar verdim.


Aslında hiç yapmadığım bir şeydir sadece bir iki konuşmadan sonra hayatıyla ilgili kafamda düşünceler kurmak. İşte evlidir bekardır yaşı şudur budur diye. Görünüşe bakıpta pek düşünmem bunları ama yedim işte bir kere o haltı ve mağdur duruma düştüm. Ama korkmayın mağdurum da mağdurum da diye ağlayıp sızlamayacam. Buradan sadece bir ders çıkarmak gerekirse bir daha o haltı yemeyecem yani nedir bir daha şöyle bir insandır böyle bir insandır diye bir başkası hakkında ön yargılı düşünmeyecem valla… Ve bundan sonra elimden geldiği kadar okumam gerektiğini anlamış bulunuyorum çok şükür.


Şimdi ona buradan teşekkür ediyorum bir kez daha bana bu dumuru yaşatıp hiç yapmadığım bir şeyi kesinlikle bir daha yapmamam gerektiğini bir kez daha hatırlattığı için…

3 Haziran 2011 Cuma

Öylesine


Bir cennet hikayesi misali
Gül kokulu teninde
Yudumlarken dudaklarından şarabı
Gözlerinle delicesine sevişmekte bulu verdim kendimi
İpek saçlarınla ısıttım yüzümü desem yerdir hani
O muhteşem pürüzsüz teninde kıvrılırken
Bulu verdim yüreğimin atış seslerini
Ben beni sende buldum
Gözlerinde ki ışıkta buldum
En derin duygularımı
Ben beni bırakıp sende ölmeye geldim