26 Aralık 2011 Pazartesi

Seninde Ruhuna Tecavüz Ederler Sonra Siktir Olup Giderler


Sustum !
Küfreder gibi, ana avrat söver gibi

Bazen de konuştum
Konuşmak hiçbir boka yaramadı
Sustuğumda anladım
Konuştukça battım
Çıkamadığım yollarda yarım kaldım

Sevdim !
Göz göre göre ateşi eller gibi
Ellediğimle değil yandığımla kaldım
Yaralarla, ateşten kalan izlerle

Nefret ettim !
Sevdiğim de görmediğim ilgiyi gördüm
Nefretime aşık oldu kimileri
Hiç sevgime aşık olmadıkları gibi

Yürüdüm !
Yürürken anladım yanımda olmayanları

Koştum !
Koştukça kovalandım, kovalandıkça vazgeçilmezdim
Kaçan kovalanır misali kovalandıkça kovalandım

Güldüm !
Ben güldükçe güldüler, mutlu oldukça mutluydular

Ağladım !
Ağladıkça kaçtılar, ne sağımda ne solumda insan namına namussuzlarla yalnızdım

Yaşadım !
Yaşadıkça yalnızdım, yalnız oldukça yaşadım
Güldüğümde yanımda olanlar ağladığımda kayboldular
Deveyi diken insanı sikendi gerçek olan
Yoktu bir çaresi, çaresizliğin bedeli
Bedelsiz verdim ruhumun en tatlı hayallerini
Irzıma geçer gibi sömürdüler
Tecavüzcüsü meçhul değildi bu sefer
Kalem de kırıldı, evli evine köylü köyüne…

25 Aralık 2011 Pazar

Çek Bir Siktir Herşeye Gül Geç


Bembeyaz bir sabaha uyanmıştı kadın. Ayrılığın ilk günüydü, akşamdan kalma boş şarap şişeleri ve içemediği, yarıda bıraktığı o son kadehle birlikte dolup taşmış kül tablasına karşı açtığı gözlerini, yeni güne merhaba demişti tüm umutsuzluğuna ve mutsuzluğuna rağmen. Nede olsa hayat bir şekilde devam ediyordu, etmeliydi de… Yoktu ayrılıkların bir çözümü yada sonu, birileri girip çıkacaktı. Kimileri derin bir yara bırakırken, kimileri ise gittiğiyle bir huzur bırakacaktı. Bu sefer ki daha başkaydı, hayat denen bu uzun ama bir o kadar kısa yolda bir yara daha almıştı. Bir ceset daha gömmeliydi yüreğine, gece yarısı yıkadı gözyaşlarıyla gömeceği cesedi yüreğinde ki musalla taşında. Zor olan gitmiş olması değildi aslında, gittikten sonra onu diğer cesetlerin arasına gömüp unutmak olacaktı. Bunu nasıl yapacağını bilmiyordu her zamanki gibi. Korkuyordu! Unutamamaktan, yalnızlıktan korkuyordu.

Uzaklaşmalıydı kısa bir süre herkezden her şeyden.. Çıkmayacaktı belki de bir süreliğine insan bozması kişilerin içine. Bir anı, bir etken olacaktı unutmak istediği kişiye dair. Bir parça bulacaktı, bir iz, kaybettiğinin bir parçasını bulacaktı başkalaşmış insanların arasında. Sahte gülümsemeler atacaktı belki de başkalarının içinde. Sonuçta hayat devam ediyordu, etmeliydi de. Bir zaman parçasıydı bu, kurtulamaya çalıştığı, nasıl her gecenin bir sabahı varsa, biliyordu o da bu gecenin bir sabahı olacağını. Daha ürkek olacaktı belki de, insanlara yaklaşırken değil üç, beş kere binlerce kez düşünecekti. Belki kurunun yanında yaşı da yakacaktı, hiç yakmadığı gibi. Ne bir güveni, ne de bir inancı kalmıştı bu zaman diliminde. Bir film senaryosu gibi aynı şeyleri tekrar tekrar yaşayıp duruyordu, farklı olan sadece başrolde ki aktörlerdi.

O da biliyordu geçeceğini, biteceğini, ama şuan için yapabileceği hiç bir şey yoktu. Bunları düşünüyordu yattığı yerden. Atmalıydı o ilk adımı, kararlı ve emin adımlarla bir tekme daha savurmalıydı bu maktul için. Bu sefer daha kararlıydı bu geceyi atlatmak için, alışmıştı artık gömdüklerine, bir yük olmaktan çıkmıştı ve geriye dönüp baktığında her biri sadece hayatından, yaşadıklarından çıkartacağı derslerin örnekleriydi.

Ayağa kalktığı gibi, o güneş gören camlarının perdelerini sonuna kadar açtı ve yüzündeki o tatlı tebessümle bu bembeyaz İstanbul sabahına bir merhaba diyerek, geride bıraktığı ve yüreğine gömdüğü cesetlere aldırış etmeden, hayatta sadece kendi mutluluğundan, kendi yüreğinden daha önemli hiçbir şey olmadığını, ama ne olursa olsun hayatın bir şekilde devam ettiğinin farkına varmıştı. Daha yeni gömdüğü cesedin geceden kalma delillerini bir çırpıda çöpe atarak o en sevdiği şarkıyla birlikte aldırış etmeden dans etmeye başladı. O da biliyordu yeni bir savaşa çıkacağını ve şimdiden yürek denen o mezarlığı hazırlıyordu gülücükleriyle. Olması gereken belki de buydu…


Hayat ne olursa olsun bir şekilde devam ediyor. Yaşadığımız onlarca belki de yüzlerce şeyden sonra o toparlanma evresinde her birimiz kendimizi bir çıkmazın içine sokup dururuz. Sanki yaşadığımız bu kötü günler yada kötü olaylar hiç bitmeyecekmiş gibi. Halbuki farkına varamadığımız şey ne olursa olsun kendimizi boş yere o karamsarlığın o gecenin ve o dört duvarın içine boşu boşuna ve bile bile kendimizi hapis etmek olduğudur. Eğer umutsuzluk yada üzüntü ile bazı şeyler geçecekse o zaman dünyada sorunlu hiçbir insan kalmazdı. Yaptığımız sadece bu kısa hayatta kendi hayatımızdan çaldığımız zamanlar, değerli anlar. Belki bazı şeyler elimizde olmuyor ama yaşadığımız nefes aldığımız her saniyenin kıymetini bilmek bizim boynumuzun borcu… Ne olursa olsun hayat yaşamaya değer ve mutlu olmak her birimizin hakkı, çünkü her gecenin bir sabahı, her zorluğun bir kolaylığı var… Hadi şimdi git ve o en sevdiğin müziği açarak dans et ve nefes aldığın her saniye için şükret…. Saygılar Sevgiler….
Bu şiirleri kalbinin ve beyninin en ince kıvrımlarına kadar okuyup hissetmek, uçurumdan aşağı bir gül yaprağı atıp, rüzgarın oluşturmuş olduğunu ekosunu dinlemeye benzer.



Fatih ŞAHİNBAŞ

21 Aralık 2011 Çarşamba

Tecavüze Maruz Kalan Ruhlar



İstanbul denen cehennemin en durgun alevlerindeyim. Bir yanım soğuk sularla kaplıyken diğer yanım, ruhuma tecavüz eden korna sesleri ve insan koşuşturmalarıyla dolu. Sanki senin ettiğin yetmezmiş gibi! Dört duvar dar bana, çıkmalıydım cehenneme, bire bir yüzleşmeliydim ne var ne yoksa. Kaçmalıydım senin anıların olan o küçük cehennemden, ırzıma geçen tüm anılardan. Yastığımda kalan kokundan, beraber bozduğumuz yataktaki nevresimlerden. Dolabı açtığımda karşımda sanki küfür eder gibi duran kırmızı geceliğinden. Kaçmalıydım topuklarım götüme vura vura, ardıma bakmadan tebessüm etmeden. Gitmeliydim, uzaklaşmalıydım uzaklaşabildiğim kadar sana dair ne varsa umursamadan takmadan koşabildiğimce koşarak. Bağırmalıydım küfürlerin en alasını savurarak.

Koştum, kaçtım ve geldim işte istanbulun bu cehennem kenarlarına. Varoşlarına uğramadan sessiz sedasız. Yapmak istediğim hiç bir şeyi yapmadan, yapamadan, Kerhane olmuş yüreğime bir orospu daha gömerekten kaçtım ve geldim işte Yine aynı sahne yine aynı sonla. Adam deniz kenarında içerken köpek öldüren şarabını, yüreğine bir kahpe daha gömer diye biten bir senaryonun son sahnesi gibi tarih tekerrürden eder gibi yine her zaman ki oturduğum bankta tek başıma ve yüreğimde ki cesetlerle birlikte seyrederken o cehennem istanbulun zebani martılarını, vapurlarda doluşmuş yaratıkları seyre dalarken attım yüreğimde ki o sayısız mezarlıklardan birine gömdüm seni. Yine aynı olay yine aynı film. Kaçışı yok sonu yok finali yok mutlu sonu yok. Yok oğlu yok…

Yine zaman geçecek, yine vurulucam kahpenin birine ve yine atacam kendimi İstanbulun cehennemine. Baştan hazırlıklıyım bu sefer, açtım bir mezar daha yürek denen kahpeler mezarlığına. Bu sefer tedbiri elden bırakmak yok… Dost, arkadaş, sevgili ne ararsan var burada ve ismini unuttuğum onlarca yüzlerce isimsiz mezar.. Hangimizin yok ki ?

17 Aralık 2011 Cumartesi

Sanırım Yine Saçmaladım...


Çok muhabbetmiydi ayrılıkları tez getiren ? Yoksa tezmiydi her ayrılık, sevmeyi yarım bırakan. Susma sustukça sıra sana değil bize gelecek, bizden gidecek bize varacak. Ölüm olacak, kan kokacak, belki de toprak kabullenmeyecek seni yada beni ne fark eder ki ? Susma sustuğunda kıyamet kopacak, iki cihan bir araya gelmeyecek, akmayacak göz yaşları kan fışkıracak her bir damlada. Tümevarım var olmayacak zerrelerce bölünecek bir araya gelmeyen bir puzzle gibi. Birleştirmeye çalıştıkça birleşmeyen milyonlarca parça ve düşündükçe bölünen bölümsüzlükler.

Susma, el konuşacak sen sustukça, mahalle karıları çekirdeklerini çıtlatırken o aşağılayıcı gözlerve sahte şeytanımsı gülüşmelerle yapıştıracak yüzüne orospu damgasını. Hiç biri yüzüne söyleyemeyecek hiçbir şeyi. Arkandan atıp tutacaklar bir kalleş gibi. O yerlere göklere sığdırılmayan o masum kız çocuğu, bir orospu damgası yiğecek sen sustuğunda. Özgürlüğün yerini dört duvar arasındaki bir zindana dönüşecek. Kapılar kilitli camları sürgülü bir parmaklık gibi. Ve her doğduğunda güneş nispet yapar gibi yatağına yansıtacak ışığını, burnunun dibine sokarak gözüne gözüne soka soka. Bir damla kan dökülecek gözlerinden, alacaksın eline keskin bir şey dayıyacaksın bileklerine, yapamayacaksın, bir an duracaksın boş ama bir okadar kanlı göz yaşlarınla. Baktığın yerde aradığını bulamayacaksın. Sustuğunda yediğin hüküm damarlarında dolanırken sen her defasında suçluluk duygusunu her bir hücrende hissederken, o dedikoducu, o kahbe insanlar atacak tüm kahkahalarını sana inat bana yara.

Susma !!! sustukça sıra sana gelecek ve senden bana sekerken en büyük acı ben alacam elime o bıçak denen cinayet silahını. Her bir ölüm sessiz sedasız olacak, bu sefer katil gelmeyecek cinayet mahalline, aradıklarında bakmadıkları delik kalmayacak, bulamayacakla. Bir tek mezarlık akıllarına gelmeyecek olurda gelirse eğer geç kalınmış bir faili meçhulde dert açacak açmadığı gibi başlarına.

Sen susma !!! Sen sustukça ölüm eksik olmayacak. Sen susma !!! Sen sustukça konuşacaklar konuşmayan orospular….

11 Aralık 2011 Pazar

.....................................................................

12 yaşındaydım babamı en son gördüğümde. Aslında sabah uyandığında her şey yolundaydı, annemle konuşmaları, tatlı tatlı atışıp şakalaşmaları, hani o gün babamı son bir kez göreceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. Onların seslerini duydukça yataktan çıkasım yoktu hiç. Sadece yattığım yerde onların sesini duymak bana yetiyordu. Güneş perdenin aralık kısımlarından içeriye sızıp, evi aydınlatırken, ve bu duruma kuşların sesleriyle eşlik edip sanki bir bayram havası olacağını söyler gibi öyle bir eda yaratması aslında hayatın bize önce gösterip sonra kaçırması gibi bir şeydi, şimdi düşündüğümde.

Birden seslerini kesildiğini ve babamın öksürdüğünü, anneminde telaşlanıp ardı ardına babamın ismini tekrarladığını duyunca olayın sadece kahvaltı ederken boğazına bir şey takıldığını düşünmeme neden olmuş olsa da işin içi yüzü aslında öyle değilmiş işte. Ayağa kalkıp direk odalarına fırladığımda, babamın renginin bembeyaz olduğunu ve gözlerinden yaş geldiğini gördüğümde içimde bir tuhaflık olsada onu sonkez göreceğim hiç aklıma gelmemişti. Son kez göz göze gelmiştik ve sonkez bir tebessümünü görmüştüm. Şimdi dönüp arkama baktığımda, yaşanacak çok şeyin olmasına rağmen yaşayamamış olmanın vermiş olduğu burukluk var içimde. Belki de bu yüzden bir çocuğa sahip olup onunla hayatıma devam etmek istemem.

Babam öldükten sonra tüm aile yakınlarımla irtibatımı kestim. Benim için ne bir bayram ne de bir yıl dönümü yada ailemden herhangibirini görmek benim için hayatta ki en boş anlardan biri olu verdi işte. Bugün büyük amcamın öldüğünü öğrendim. Üzüldüm, ama üzülmek gideni geri getirmiyor işte. Ama üzülmemden ziyade ban en çok koyan az önce anlattığım ve fzla detaya girmediğim babamın ölümü oldu. Babamı kaybettiğimden beri birilerinin ölmesi yada hastalanması eskisi kadar acıtmamaya başladı canımı. Evet bir burukluk yaşıyabiliyor insan ama babam öldükten sonra hiçbir şeyin umurumda olmadığının farkın vardım. Evet geride kalanlar için çok zor bir durum olsada her zaman dediğim gibi ateş sadece düştüğü yeri yakıyor. Diyebileceğim tek şey nur içinde yatsın amcam Allah rahmet eylesin…

10 Aralık 2011 Cumartesi

Piç Ruhlar


Çarşafı bozulmayan yataklarımız yada bozulup döl kokan nevresimlerimiz. Bedenlerimiz gibi, kimi tüm kötülüklerden arınmış, kimi de piçliği yüzüne vurmuş ruhsuz, kişiliksiz aynı zamanda şerefsizliğin yüzüne yansıdığı inanılması mümkün suratsız suratlar. Saklanmaya çalıştıkça yüze gem vuran sahipsiz, sözler. Her söz gidebiliyormudur? iletilmesi gereken yere, yerlere. Yoksa geri mi dönüyordur? dönebildiğince sert bir o kadar hızlı. İnsan ektiğini biçebiliyormudur? Yoksa biçmek için biçilmek mi gereklidir. Bir etkenmidir etkileşebilen?

Piç ruhlar bunlar. Piçliği yüzüne vurmuş piç suratsız suratlar. Sahi ne kadar daha devam edebilirdi ki insanın insanlıktan çıkması için sarfettiği bu çabalar ? Ruhsal bunalımlar, psikolojik sorunlar, belkide hayat karmaşası… Her neden bir nedenden ötürü sebepli yada sebepsiz, sessiz yada sesli, ama ne olursa olsun piç, kimi zaman kişiliksiz. Sustukça aslında susmayan konuştukça susan. Açıklamak gerekirse ki açıklanmayacak hiçbir şey yoktur.

Sustuğunda susmayan insanın aslında vereceği cevap konuştuğunda vereceği cevaptan daha çoktur. Bir sessizlik bürünür odanın dört bir duvarında, o duvarlar gelsede bir bir üstüne susmak en büyük cevaptır, cevapsız sorulara. Konuşuyorsa eğer biri, aslında susuyordur hiç susmadığı gibi, boşa, boşluğa, boş boş savurduğu kelimeleri aslında kirlilikten başka bir şey değildir bu çöplükte.


Piç sevdalar, piç konuşmalar bunlar
Yerli yersiz gavatça savrulan sözlerdir
Geri dönüşü olmayan
Kaybettiğinde anlarsın ne bok yediğini
Diğerlerinden hiçbir farkın kalmaz
Kendinde kalmadığın gibi
Ne onda ne bunda ne sende ne bende
Kalmadığın gibi kaybedersin varlığını kalabalıkta tek başına kalmak gibi
Savunduğun değerler döner götünü parmaklar
Her bir parmakta anlarsın acının, yaşadığın sandığın acının aslında bir yalan olduğunu
Sonra zevk almaya başlarsın
Yalama olmuştur tüm dokunuşlar tüm sözler
Ve geri dönüşü olmayan etrafı kirlettiğin savurup söylediğin tüm sözler
İllegaldir hayat yada sana göre vur götüne rahman gitsin
Sustuğunda konuşabiliyorsan adamsındır
Konuştuğunda sustuğunun farkına varamadığın gibi
Anlayamazsın bir mahalle orospusundan hiçbir farkın olmadığını
Bir işaret yada bir anlam yükledikçe anlarsın
Yavaş yavaş içine aldığın gereksiz parmakları
Unutma hayat kısa, en az bir sigaranın yanıp sönmesi kadar kısa hemde…

6 Aralık 2011 Salı

Saçma Sapan


Birden bir patlama noktasıdır içinde oluşan. Gelmişine geçmişine sövmek, haykırmak ve önüne çıkan herkese bağırmak istersin. Kurunun yanında yaşları hiç acımadan yakmak gözünü karartıp hiç yokmuşlar gibi davranmak istersin kimi zaman. Sıkılırsın insanlardan, yada o an sıkıldığını düşünürsün.. Geçici durumdur belki de, ama sen bunun farkına varamadığın gibi öfkeni kontrol edemeyip bir kuduz köpek gibi saldırırsın ona buna.

İçinde biriktirdiğin ne varsa kusmak istersin, geri dönüşü olmayan kelimelerden oluşan bir kusma ile. Bazen frenlersin oto kontrolün seni frenler, bazense o frenler tutmaz. İşte o incecik çizgide yakabildiğini yakarsın. Olmadı kendini yakarsın. İçin içini yer, kendinde ararsın tüm kabahat denen yavşak oluşları. Bazen de karşı tarafa atarsın tüm suçu kabahati, yavşak olan onlardır sen kendi benliğinde lekesiz sütten çıkmış ak kaşık gibi böbürlenirken tüm ibnelik onlardadır diye kabul ettirirsin kendine olup biteni.



Kudurmaya az kaldığında bağlayabilseydin tasmamı
Ne seni ısırabilecek bir gücüm nede sana kıyabilecek bir gönlüm olurdu
Bilirsin her zaman böyle değilimdir
Belki biri çomak soktu tekerime
Belki de senden çıkarmak istedim içimdeki tüm birikmiş kusmuğu
Sorsan kıyamazdım, ezdirmezdim seni
Biliyorum belki artık ne bir inancın nede bir tapışın var olup bitene
Yalanını sikeyim diyorsun belkide
Yada ettiğin onlarca küfürü göz yaşlarınla kusuyorsun
Özür dilemeye yüzüm yok
Yüzüm olsa astarım yok
Kabahatim boyumdan büyük
Kırdığım incittiğim bir köpek gibi saldırdığım gibi
Kabullenemediğimden kalan sahte davranışlar
Yakamoz gecelerin siyahına sakladığım astarsız yüzüm
Biçimsiz, gereksiz, vede sensiz, bensiz, senin benim, benim senin olmadığın olmadığımız hayat
Neresinden tutsak elimizde kalan üç beş damla
Ne sen bana ne ben sana laik iki dallama
Ha siktir demeye yüzü olmayan iki cansız beden
Bir boka yaramaz konuşmak
Olabildiğince saçma işte
Aynı bu şiir gibi
Aynı bu sözler gibi
Saçmasapan anlamsız siktiri boktan

4 Aralık 2011 Pazar

Öylesine.....


Çarşafı buruşmuş bir yatağın üzerinde, sırt üzeri uzanmış tavanı izliyorum. Ruhumu sürekli bir yerlerinden çekiştiren o bilindik yanlızlık yine burada. Sık sık oluyor bu ve biliyorum siz de aynı hissi çok kez hissettiniz. Çok kez tavana dikip gözlerinizi yaşadıklarınızın anlamsızlığını sorguladınız. Soğuk bir duş dahi uzaklaştırmadı sizi kendinizden. Yine aynısı oluyor. Yine ellerim soğuk. Yine kalbim olağandan hızlı çarpıyor... Ayağa kalkmak istemiyorum. Uyumak, yine uyumak ve tekrar uyumak! Bütün istediğim bu. Ve uyanmak var sonunda, her şeyin sonunda uyanmak var, anlamak var! Anladığını yorumlamak, yorumladığını kabullendirmek, kabullendirdiklerinle birlikte yaşamak var! Uyanmak var, kabullenmek var, insanlar var! Sürekli varlar, var olacaklar, var! Sen de varsın. Bir mum aydınlığının duvardaki yansıması kadar, kedinin son lokma olan mamasını fark etmeyişi kadar, peşinden koşulan otobüsün gittiği yerden geri dönüşü kadar varsın! Başım çok büyük şuan, benden daha ağır. Ben ağır değilim. Gövdem başım kadar yok! Ben bir yokun üzerinde duruyorum! Anlamak için dinliyorsan eğer, ağlıyorsundur, ağlıyorsan aklından bir sürü insan geçiyordur ve aklından bir sürü insan geçerken genelde küfredersin. Beni anlıyor musun? Beni anlamıyorum bilmelisin, beni anlıyorsan yanılıyor olabilme ihtimalin yüksek! O yüzden gözlerim hâlâ kapalı ve siz kimsiniz bilmiyorum, hiç bilmeyeceğim! Çarşafı buruşmuş bir yatağın üzerinde, sırt üzeri uzanmış tavanı izliyorum. ruhumu sürekli bir yerlerinden çekiştiren o bilindik yanlızlık yine burada...