29 Kasım 2011 Salı

İstediğin Bir Örnek mi ?


İstediğin bir örnek mi? Yani seni nasıl sevdiğimi bir şeye benzetmem gerekiyor. Peki iyi dinle öyleyse; ben seni beş para etmez bir adam gibi seviyorum. Yüzüne tükürülmesi gerekli biri gibi. Hiçbir şey bilmediğimi sanıyorsun. Sen her defasında, fırsatını bulduğun ilk anda beni aldattın. Ben bilmiyormuşum gibi davrandım. Sen utanmadın abarttın, aynı evde birlikteyken, ben diğer odadayken konuştun onunla, aldattın beni ve ben bunların hepsini duydum, gördüm. Sen duyduğumu, gördüğümü bilmedin. Her şeyin bir bedeli var. Ben bir bedel ödüyorum. Sevmiş olmanın ve kaybetmekten korkuyor olmanın bedelini ödüyorum. Dünyadaki hiçbir duygunun devamı yok. Bugün daha iyi anlıyorum bunu. Şu aciz halime baktığımda daha net görebiliyorum. Benim sevdiğim ve kopamadığım bir alışkanlık. Senin benimle olma nedenin de belki de yalnızca alışkanlık ve bir başka insan tarafından benim sevdiğim gibi temiz ve gerçek sevilemeyeceğin korkusu. Çünkü insanlar sürekli kullanırlar birbirlerini. Her defasında, ilk zayıf noktada ve ilk sinir harbinde aldatırlar ve bir sürü insan namus bekçisi gibi gezer sonra ortalarda. Ben seni beş para etmez bir adam gibi seviyorum. Yüzüne tükürülmesi gerekli biri gibi. Belki de tek sorunum hoşçakal diyememek, vazgeçememek. Uzun süre bedenini bir başka adamla paylaştığımı bilerek ve bunu kabul ederek durabildim. Ama işin içine karışan duygular var. Bu belli oluyor. Evdeki bir eşyadan farksızım. Sen de öylesin. Bunun bu hala gelmiş olması yalnızca senin değil benim de eksikliğim biliyorum. Ahmak olabilirim, aşık olabilirim, köpek olabilirim. Bu sevgiye hiçbir şey katmayabilir. Sen yine de bir başkasına aşık olabilirsin. Ama ben hala varken bu olmamalıydı. Oldu. Ben seni beş para etmez bir adam gibi seviyorum. Yüzüne tükürülmesi gerekli biri gibi ve gidiyorum artık; gidiyorum.

18 Kasım 2011 Cuma

Sadece Susmak


Yağmur yağdığında kaçmazdım hiç
Saklanmazdım diğer insanlar gibi
Meydan okurcasına deli cesareti gibi yürürdüm her bir damlada
Senden de kaçmadım ki hiç
Gözlerine bakamasam da
Kaçmadım işte senden yüreğinden
Eğdim kafamı kahverengi gözlerine karşı
Toprak kokusunu içime çekerek
Korktum
Korkutuldum
Tutamadım ellerinden
Kıyamadım
İncitemedim yüreğindekini
Dokunamadım
Haykıramadım
Sessiz çığlıklarımda boğulurken ben
Birde intihar eden göz yaşlarım eşlik etti sensizliğe
Haykıramadım
Söyleyemedim
Gelemedim kimi zaman
Söyleyecek çok şey olsada söyleyemedim
Korktum
Çekindim incinirsin diye
Sen hiç yaşadın mı kaybetmeyi
Yada sensizlik denen cehennemi
Hiç rol oynadın mı
Masum bir çocuğun yaramazlığı sonrasında ki rolü gibi
Sevimli yüzünün arkasında sakladığı
O masumluğu
Sen hiç haykırmak isterken içine gömdün mü sevgini
Yüreğinde bir mezar kazarak hemde
Sana ait ne varsa söylenecek
Sırf incinme üzülme gitme diye
Söyleyemediklerini
Ve her birini açtığın mezara gömerek
Sadece susmayı
İntihar eden göz yaşlarına rağmen
Yalandan taktığın maskenin ardına saklanmayı
Hiç yaşadın mı
Şimdi çıksam karşına
Haykırsam sana dair ne varsa
Çıkarsam mezarlıktaki sana beslediğim duyguları
Baksam o toprak karası gözlerine
Desem ki seviyorum
Desemki
Benim ol
Desem ki gitme
Gidermisin
İncinirmisin
Sende beni terk edermisin

16 Kasım 2011 Çarşamba

Gidilmiyor İşte Gitmekle


Gitmemiştim aslında, gidiyormuş, uzaklaşıyormuş gibi bir çocuk edasında kandırmıştım onu aklımca. Susmalıydım hiçbir şey demeden, konuşmadan etmeden. Gözlerimi üzerinden ayırmadan, mutluluğu ile mutlu olmayı, yüzümde bir tebessüm oluşturması için dualar etmeyi benimsemiştim kendimce. Uzakları aslında yakın etmiştim, uzaklaştıkça yakınlaşmıştım ona. Yaşadığım acıyı, öfkeyi, siniri artık yaşanacak ne kadar duygu varsa içime hapis edip sadece susmayı öğrenmiştim.

Gittiğimi, onu düşündüğümü bilmemeliydi, hiç bir şey olmamış gibi davranmalıydım. Sessiz çığlıklarımı duymadan, içimde yaşadığım fırtınaları durgun bir deniz gibi göstermeliydim her defasında. Çok özlemiştim, limanına yanaşmayı bekleyen gemiler gibi, belki de sığınacak tek limanımdı, gidebileceğim başka bir liman yada iskele yoktu. Her şeye rağmen o günü beklemeliydim. Bir gün kavuşuruz umuduyla nöbet bekleyen bir asker gibi yüreğim avuçlarımda öylece beklemeliydim işte.

Giden gidemiyor, gitse de bir parçası kalıyor gittiği yerde. Yada yanında götürdüğü her bir parça. Gitmekle gidilseydi eğer hiçbir gidiş koymazdı insana, yada hiçbir ayrılık yakmazdı insanın canını.

Gidilmiyor işte gitmekle
Git demek kolay olsa da
Bir bardak kırılması gibi tuzla buz olur yürek
Gittiğinde anlarsın gidemediğini
Her bir saniye de bir cam parçası gibi saplanır yüreğine
Gözyaşların akmakla akmamak arasında kararsız kalır
Yumruklarını sıkarsın yediremezsin kendine
Gittiğini sanırsın bıraktıklarını düşünmeden
Halbuki kendini kandırdığını anlamaya ramak kalmıştır
Tek bir gözyaşına bakar her şey
Yada ondan geriye kalanlara
Sigaralar yakarsın üst üste
Telefonunu defalarca eline alıp bir iz bir mesaj beklersin
Görmediğin her an biraz daha derine saplanır kırıklıklar
Haykırmak istersin beceremezsin
Anlatamazsın kimseye hiçbir şeyi
Anlayanın yoktur
Derman olmaz, olamaz hiçbir kimse ondan başka
Kanatan olmadıkça merhemin
Daha da kanatır başka çareler
Ve gözlerinden yaşlar fışkırır
Sıktığın yumruklar duvarda son bulur
Anlamsızdır atılan kahkahalar gülüşmeler
Yalnızlık ölümdür, yokluğu cehennem
Cennete uzaktan bakar gibi göz yaşlarınla sularsın yüreğinde ki ateşi dindirmek için
Bir gidiş değildir bu aslında
Onsuz olduğun her bir saniye bir yok oluştur
Bir kayboluştur anlamını yitirdiğin anlamsız hayatta
Bir çare değildir gitmek
Gitmekle gidilseydi eğer gidebilirdim belkide hiç gitmediğim kadar
Geride kalan olmasaydı eğer gidilirdi cehennemin en karanlık ücralarına
Hoş geldin der gibi her bir zebaniyle yanardı yürek denen cehennem…



13 Kasım 2011 Pazar

Özgürlüktür Yağmurda Islanmak


Kış yavaş yavaş kendini hissettirirken sokaklar da eski kalabalığın yerini boş sokaklara bırakmaya başlamıştı. Soğuktan kaçarcasına, sıcak evlerin de pineklemeyi tercih eden binlerce hatta milyonlarca insan. Ya peki sokaklar caddeler ? Onlar için söylenecek ne vardı ? Bir daha ki yazı beklemek ve yine insanların kalabalıklığında o güzellikleri gösterebilmek için koskoca bir kışı atlatmak zorundaydılar.

Ya peki insanlar ? Onlar içinde söylenecek pek bir şey yok. Sadece bir camın ardından seyredebilecekti her şeyi. İş koşuşturmamaları dışında pekte ayaklarını sokağa atacak gibi gözükmüyordu hiç biri. Gezmek, dolaşmak, sahilde yürüyüşler, bunların her biri yazı bekleyecekti sanki. Tabi havanın nasıl olduğunun hiçbir önemi olmayan insanlar da var. Bunlar için hava soğuk yada yağışlı yada karlı yada güneşli olup olmadığının hiç önemli olmadığı insanlar.

Siz hiç yağmurda sahil boyu yürüyen bir adam yada kadın gördünüz mü ? Oysa ki ne güzel bir şeydir. Islanmak, özgürce, doyasıya ıslanmak. Kimseyi umursamadan, kimseyle bir işi olmadan, aptal bakışlara aldırmadan yürümek. Islanmasın diye avuç içinde saklanan sigara ile yürümek. Siz hiç bu duyguyu yaşadınız mı ? Sorsak hepiniz özgürsünüz…

Bir gün bu şekilde yürüdüğümde, şemsiyesinin altına gizlenmiş bir amcanın, “ Oğlum ıslanıyorsun yok mu şemsiyen ?” demesine maruz kalmıştım. Amacım yağmurdan kaçmak değildi aslında. Yağmurdan kaçacak olsam zaten dışarıya çıkıp yürümezdim diyememiştim amcaya. Yürürken denizin almış olduğu o renk, gri tonlarındaki hafif siyaha çalan bulutlar, yaprakları dökülmemiş ağaçların yeşilliği, insanın biraz olsa nefes almasını sağlayan ve kendisini özgür hissetmesi için yeterli yada geçerli nedenlerden sebeplerden değilmidir ?

Bazense bir camın ardından yağan yağmuru seyretmek rahatlatır insanı. Kömür sobasının üstünde kaynamaya yüz tutmuş çaydanlığın çıkardığı ses, ve içtiğin o ince belli bardak eşliğinde ki çay. Cam kenarına geçip, yağan yağmuru izlemek, cama vurduğunda çıkardığı ses. Gözlerin camdaki damlalara takılır, her bir damla diğer damlalarla birleşerek kayar durur. Şemsiyesinin altına gizlenmiş insanları izlersin, sıcak çayından bir yudum daha alarak. Radyoda güzel bir müzik çalar ve sen bir sigara yakarsın. Kafanda ne ay sonu, ne elektrik yada telefon faturası, ne de hayat çilesi. Hiçbir şey yoktur o an kafanda. Uzaklara dalarsın, yada eski anılarına takılıp kalırsın. Sevgilinle yağmur yağdığında kaçıştığın gelir aklına. Yada herhangi bir eski ama yüzünde tebessüm oluşturan bir anın.

Yağmur güzeldir, kimi zaman insanı hüzünlendirir, kimi zamansa rahatlatıp mutlu eder, hiç kimsenin etmediği gibi. Islanmak doyasıya özgürce ıslanmak korkmadan çekinmeden. Yağan damlalar ve sen. Bir ömre bedeldir bazen, hiç aklında yokken getirdiği anılar yada üzüntüler. Niye korkar ki insanoğlu yağmurdan kendini kaptırmaktan. Bilirim her yağmur yağdığında senin de burnun kızarır üşürsün hiç üşümediğin gibi. Oysa kaçmak yerine kendini bırakırsan yağmura ısınırsın hiç ısınmadığın gibi….

12 Kasım 2011 Cumartesi

Ya Dışındasındır Çemberin Yada İçinde Yer Alacaksın


Sevdiğin bir insana aylar sonra bir yabancı gibi bakmak zor gelir insana. Paylaştığın, güldüğün beraber ağlayıp beraber üzüldüğün insana hiç yokmuş gibi davranmak gerçekten koyar.

Anlatıp yazacak çokta bir şey yok aslında. Belki bir doyumsuzluk, yada bir yetememezlik. Sebep ne olursa olsun bu durum zor işte. İstesem binlerce neden sebep hata arayabilirim ve önünüze sunabilirim bunları. Hata onda yada bunda demek saçma gelebilir. En azından bana göre Çemkirmek yada birilerini suçlamak boş. Olan oldu demekte o insana karşı hafif kalır, haksızlık olur. Yeri ve anlamı büyükse eğer. Diyecek bir şey yok işte. Ne yazacağımı da bilmiyorum. Bazen gülerek bazense üzülerek uzaktan seyretmeye mecbur kalmak zor işte neyini anlatıp ifade edebilirim ki ?

Eksik her şey
Gülmeler eksik, ağlamalar bile yarım
Paylaşacak bir şey yok
Hayat eksik sen eksik ben eksik
Sensizlik bile eksik
Yarım kalan hayat bile tamamlayamazken kendini
Bana düşen senin payından sadece eksiklik

Uzaklar daha da uzak
Yakınlar yakından uzak
Güneş bile saklanırken kara bulutların ardına
Sensizlik yazıldı tüm odalara
İsimsiz sensiz bensiz
Siktiri boktan gülmeler
Yalandan samimiyetsiz merhabalar sardı
Sarabilecek bir yer kaldıysa eğer

Şarkılar eskisi gibi değiller artık
Şiirler bile duygusuz
Kalbe dokunmayan harflerden ibaret sadece
Kitaplara bir şey demiyorum
Hiç okumadım ki zaten

Seni uzaktan seyretmek
Evladını yetimhaneye bırakan bir babanın
Her sabah ve her akşam o yetimhaneye gelip
Uzaktan, sessiz ve sakin yaşlı gözlerle
Çocuğunu seyretmesi gibi bir şey
Öyle boktan öyle ölüm öyle zor
Seni uzaktan seyretmek
Gecenin en parlak yıldızına hayran kalıp
Ona bir türlü dokunamadan izlemek gibi
Uzatsan elini tutamazsın gidemezsin gitmek istesen de yanına
Öyle hayranlıkla baka kalırsın
Susarsın susarsın sadece susarsın
Yaktığın sigaraların ardında saklanıp öyle uzaktan bakarsın sadece..


10 Kasım 2011 Perşembe


Hepte sizden yana oluyorlar ya
Tuhafıma gidiyor açıkçası
Öylesine şeytan bakışlarınız
Bu kadar mı efsunlu?

9 Kasım 2011 Çarşamba

Işık Yok Valla Yok

Genelde ölümden dönenlerin hep bir ışık muhabbeti vardır. Işığı gördüm işte biri oradan gel gel diyordu, böyle bembeyaz bir yerdi, gözlerim kamaşıyordu falan filan. Yok öyle bir şey yahu… Bizzat test ettim gördüm geldim. Kap karanlık bir şeydi. Hani uykuya dalarsınız, rüyasız bir uyku geçirirsiniz ya işte öyle bir şey. Gözlerini açtığın da sadece etrafındakileri görüyorsun işte. Hani çok yorgun olursun da uykudan kalkınca bir sersemlik olur ya onun gibi bir şey işte. Anlayacağınız ışık mışık yok yani…

Bunu denemek için yada bizzat test etmek için yapmanız gereken şeyler şunalar. Önce alkol alıyorsunuz, öyle böyle değil yani baya bir içmeniz lazım, sonra üstüne 8 adet 1,5mg xanax içiyorsunuz. Yalnız içtikten bir müddet sonra arkadaşınızı aramanızda yada ailenizden birini aramanızda yarar var, test edim derken sonsuz uykuya yatmayın. Sonrası malum işte uyandığınızda gözlerinizi hastane de açıyorsunuz. Sanki günlerdir uyumuş gibi falan filan.

İnsan bazen her şeyden bıkabiliyor, her şeyden vazgeçebiliyor. Tüm sevdiklerinden, eşinden, dostundan, ailesinden hatta yaşamaktan bile. Bir anlık öfke ile, bir anlık sinir ve umutsuzlukla buna cesaret edebiliyor. Bende yaptım o salaklığı ama gördüm ki insanları üzmekten yada onları kırmaktan başka hiçbir işe yaramıyor bu durum. Hayat belki zor, yaşamak zor ama her ne olursa olsun hayat yaşamaya değer sanırım. Belki de hayat kolay zorlaştıran sadece bizleriz.

Kiminiz deli, salak, aptal yada ağza alınmayacak bir sürü hakaret, küfür edebilirsiniz ama işte insan bazen aciz kalabiliyor bazı şeylere. Tükenebiliyor yada umutsuz, güçsüz kalabiliyor, belki de en kolay yolu seçiyor ama boş. Gerçekten boş bir durum. Neyse böyle oldu işte. Her ne kadar çok fazla bir şey düzelmese de hayat yaşamaya değer. He bu arada hayatta ki tek gerçek kişiler sadece ama sadece annemiz….

Bilerek ve Kasten


Bu rüya ıslak
Adımın üzeri çizilmiş
Varım
Özgürlüğü sırtımda taşıyacak kadar hamalıyım yaşamımın
Beni bir de otobandaki çizgiler üzerinde yürürken görmelisiniz
Aşina bir altına kaçırma eylemi değil bu
Bu rüya ıslak
Altına kaçırdım hayatın...
Belki de bunu yapmayı istedim
Bilerek
Kasten...

6 Kasım 2011 Pazar

Bunaldımmmmmm

Siyahın üzerini açık renklerle boyayıp, sonra ona bakıp, mutlu oluyormuş gibi davranmaktır yaşamak bazen. Yalandan gülmeler, sahte bakışlar, yada kandırmacalar, her şey var işte işin içinde. Güvenebilecek birini bulmak kimi zaman zor kimi zamanda ihtimali yükse bir durumdur. En çokta insana yalnız kalmak koyar. Sevdiği insanların yanında olmaması…

Bugün annemle son bayramımızı geçirdik. Önce dedem, sonra babam, sonra kardeşim ve seneye annem. Ne kadar güzel dimi… Hayatta en çok korktuğum şey yavaş yavaş başıma geliyor işte. He birde çok sevdiğim dostum olarak gördüğüm insanı da kaybettim dün gece… Ne kadar komik dimi, yada boktan mı demeliydim ? Bilmiyorum karar veremiyorum.

Bugün yaptığım sadece bayram namazı ve yapılan mezarlık ziyaretiydi. Aramasını istediğim kişi dışında herkes aradı… Açmadım çoğunun telefonunu yada cevap vermedim çektiği samimiyetsiz o toplu bayram mesajlarına. İçimden gelmedi işte hiçbir şey uyumaktan başka. Zaten bayram benim bayramım değildi işte sıradan normal bir gündü. Bir anlamı yoktu ki zaten bu bayram olan anlamını da iyice kaybettirdi bana.

İnsanlardan kaçmaya başladığımı hissettim bugün. Neden kaçmayacaktım ki ? Uzaklaşıyordum her birinden, ama sebebini bilmiyorum nedenini de bilmiyorum. Belki benim yaptığım hatalar yada duyduğum memnuniyetsizlik, Yorgunlukta olabilir yada bitkinlik. Kendimi bu dünyadan taşıyıp öbür dünyaya götürmek için binlerce neden bulabilirim bugün için. Sanırım bi psikologa gözükme vaktim gelmişte olabilir. Ama bilmiyorum işte hiç bir şey bilmiyorum. Bir an önce her şeyden herkesten kurtulmak yada bu kapıdan adımımı dışarı bile atmak istemiyorum. Yada en iyisi ölmek. Zaten bende dedemle babamı özledim belki görürüm de onları orada..

Umutsuzum bitkinim yorgunum ve yalnızım. Ne bir dostum ne bir arkadaşım nede bir sevgilim var… Sevgiliyi geçtim de keşke bu sıkıntımı paylaşabileceğim biri olsaydı. Beni gerçekten anlayan ve yanımda olan… Ben insanların yanında oluyorum da insanlar neden benim yanımda olamıyor işte onu anlamış değilim bir türlü… Offf bu yazıyı niye yazdım onu da bilmiyorum.. Sıkılıyorum işte bunaldım. Belki birgün size bir sürpriz yapar göçerim bu dünyadan. Bu yazılarım da size kalır tabi okursanız. O zaman dersiniz bir Cute Curute Kosovalı vardı diye.. Kiminiz iyi insandı diyecektir kimisi de gebersin pezevenk diyebilir. Ben gittikten sonra zaten kimin umurunda ki kimin ne dediği. Ya cehennemde yanacaz yada cennette hurilerle günümüzü gün edecez, tabi Allah bilir orasını da neyse daha fazla saçmalamak istemiyorum. Dün geceden beri oturdum ağlıyorum her şeye herkese kendime tanıdıklarıma bilmiyorum öyle işte. Neyse daha bokunu çıkarmadan en iyisi burada bu yazıyı bitirmek ve sigaralara sarılıp ağlamaya devam etmek… Yapacak hiç bir şey yok çünkü bu dört duvar arasında…

Sanırım bu şarkı bütün durumu özetler.... .



İçimi Döktüm Sadece......

Yeni bir sabaha uyanmadan uyumak ister insan. Buda o gecelerden biri işte. Derdini anlatamayan, sıkıntısını paylaşamayan biri olarak bunu istemek belki de en doğal hakkım diye düşünüyorum. İnişli çıkışlı, saati saatine tutmayan bir insan olu verdim. Bugünün etkisi çok karışık, hangi birinden başlayacağımı bende bilmiyorum açıkçası. Hani geldi mi dertler, sorunlar üst üste gelebiliyor bazen. Hani tek tek gelse halledilebilecek şeyler olsa da bazen insan taşıyamayacağı yüklerin altına girebiliyor.

İlgisini beklediği insanlardan bir ilgi görememek zaten en çokta can acıtan kısmı bu işin. Kimseyi suçlayamam tabiki orası ayrı bir konu. Şimdi hangisinden başlayayım ki ? Yarın yine babamsız geçecek bir bayramdan mı yoksa kardeşimle halen küs olup konuşmadığımdan mı ? Ve bu yetmezmiş gibi yine telefonda konuşup kavga ettiğimizden mi ? Yada ananemin uzun yola çıktığı için rahatsızlandığından mı ? Yada annemle bu sebepler yüzünden tartıştığımı mı ? Yada iş ile ilgili problemlerden mi ? Daha bitmedi tabi ki birde yalnızlık var… Hangi birinden bahsedim ? Yada saat başı değişen ruh halimin sebebini başka neye yorabileyim bu kadar olumsuzluk içinde. Sevdiğim ama çok sevdiğim bir insanla ailemden gördüğüm bir insanla sırf moralim bozuk diye tartışmamızdan mı bahsedim ? Ne yapayım bilemiyorum… Her şey bukadar boktan giderken hayatımda benim heralde etrafa gülücükler saçmamı beklemek saçma olurdu sanırım. Tamam arada sırada yalandan da olsa bunu gayet iyi bir şekilde becerebiliyorum rolümün hakkını gayet güzel bir şekilde verebiliyorum ama birktiğinde içimde bazı şeyler bunu yapamıyorum.

Çok duygusal bir herifim. Lanet olsun ki maalesef öyle biriyim. Kimi zaman bu huyumu sevmesem de öyleyim işte. Duygularıyla hareket eden, ota boka üzülen her şeyi kafasına takıp içinde yaşayan ve yalandan gülümsemelerle ortalıkta dolaşan ama içi kan ağlayan ve bunu kimseye belli etmemek için elinden geleni yapan biriyim işte. Bugüne kadr hep başkalarının mutluluğu için yaşayan sevdiği insanları mutlu etmek için elinden geleni yapan ama kendisini hiç düşünmeyen herifin tekiyim işte. Ne geçiyor elime hiç bir şey. Moralim bozuk canım sıkkın, kim var yanımda hiç kimse. Kimi arayıp konuşabilirim? Hiç kimseyi… Gel gitler yaşamam peki normal mi ? Yoksa anormal mi ? Bu sorunun cevabı ap açık ortada sanırım…

Bazen yeter diyebiliyorum ne olacaksa olsun diye. Yaşamışım yaşadığım kadar, yeri geldi mutluluğu da gördüm, yeri geldi mutsuzluğu d. Belki daha görüp geçireceğim çok şey var ama yeter bu kadar çünkü sıkıldım bıktım hayat denen bu illetten, nefes almaktan, insanlardan herkesten her şeyden sıkıldım bunaldım yoruldum. İsyan etmiyorum Allaha haşa, ama yoruldum artık bedenim ruhum yoruldu yordular. Bazen diyorum ne kadar ilaç var iç geber kurtul, umursama kimseyi geride bıraktıklarını, sonuçta herkes yolunu çizmiş yapacağını yapmış ve devamda ediyorlar yapacaklarına. Geçen evde böbreğim ağrıdı ve gerçekten de çok şiddetli bir ağrıydı, gözümden yaş getirecek kadar şiddetli. Kalkıp yürümekte bile zorluk çektiğim bir ağrı, kim vardı yanımda? Kimse, kim duydu sesimi? Kimse… Eee ben niye varım yada neden yaşıyorum. Yaptığım hiçbir şeyde hiç kimseden bir karşılık beklemedim kimseden çok az sevgi ve ilgi dışında. Fazlasını isteyen biri olmadım hiçbir zaman. Ufak şeylerle yetinen bir insanım. Ama hiçbir zaman hak ettiğim şeyleri yaşamadığımı görmediğimi anladım artık. He bunu Allah bilir neyi hak edip etmediğimi ama benim düşüncem öyle…

Yarın bayram, canımdan çok sevdiğim ve çok özlediğim babamdan dedemden ayrı geçecek başka bir bayram. Ben halen başka şeylerele uğraşıyorum dert yanıyorum. Benim hep bir yarım eksik kaldı 17 senedir. Ve ben nefes aldıkçada yarım kalacak. Bukadar olan yaşanan şeylerden sonra nasıl mutlu olmam yada sağlıklı düşünebilmem beklenilebilir ki ? Sikmişin hayatını da yaşamasınıda bilmem nesinide. Bunaldım yoruldum ve tükendim artık…

5 Kasım 2011 Cumartesi

Sizin Hiç Babanız Öldü mü ? Benim Bir Kere Öldü !


Sizin hiç babanız öldü mü ?

Bayram neydi ? Nasıl kutlanırdı ki sevdiklerin yanında olmadıkça. Hele de hiçbir şey yaşayamadığın ama her defasında özlemini duyduğun insan olmadıkça bayram kutlamak neye yarardı ki ? Belki hayat her şeye rağmen devam ediyor, edecekte ama hep bir şeyler eksik, bir tarafı hep yarım.

Ne yapılırdı bayramda ? Kılınan bayram namazı, mezarlık ziyareti ve aranılan görüşülen birkaç eş dosttan ibaret değilmi ? En azıdan bana göre öyle. Şimdi bir tadı tuzu var mı diye sorsanız tabiki yok diye cevap veririm size….

Rahmetli babamla en son geçirdiğim bayramdan sonra sanırım bir daha hiç bayram kutlamadım. O gün her şey çok güzeldi, babam amcam sabah erkenden kalkmıştık. Nasıl unutabilirdim ki o günü ? Akşamdan özenle hazırlanmış olan bayramlık kıyafetlerimi giyip saçlarımı da yaptıktan sonra dışarıda evin erkeklerinin dışarıya çıkmasını bekliyordum büyük bir heyecanla. Mahalle sakinleri de yeni yeni uykusundan kalkmış camiye doğru giderlerken ben bir tebessümle günaydın diyerek onları uğurluyordum. Alacağım harçlık ve şekerleri hesaba katarak bir bayram kutlaması yapmıyordum doğal olarak.

O gün ilk ve son bayram namazım olacağının farkında olmadan bir neşe ile babamın elinden tutarak camiye doğru yola koyulmuştuk. Daha namazın nasıl kılınacağını bile bilmiyorum. Babama sorduğum da bana gülerek millet ne yapıyorsa sende onu yap ve bildiğin duaları oku gitsin diye bir cevap almıştım. Bende gülümsedim duruma. Babam yüzü gülen bir adam dı, kötü olaylarda bile yüzünden gülümsemesini eksik etmezdi. Sanırım benim de o huyum babama çekti.

Camiye geldiğimizde hoca ezanı okuduktan sonra başladık bayram namazını kılmaya, en azından ben kılmaya çalışıyordum. Kimi zaman hareketleri kaçırarak ve birazda birilerine görünüp rezil olmaktan korkarak elimden geldiğince cemaate ayak uydurmaya çalışıyordum. Namaz bitmiş ve biz camiden çıkarken babamdan gülerek “Aferin lan güzel kıldın” sözünü duyduktan sonra dünyalar benim olmuştu sanki. Eve giderken her zaman ekmek aldığımız fırından sıcak ekmeklerimizi alarak yolumuz devam ediyorduk. Elini tutmaya çalıştığım babamın elimi bırakarak “ Artık koca adam oldun” demesiyle daha da bir neşelenmiştim.

Her bayram olduğu gibi yine güzel bir kahvaltı yapmıştık eve geldiğimizde. Annemin hazırlamış olduğu bol çeşitli kahvaltı iyi gelmişti kurbanı kesmeden önce. Kahvaltıdan sonra sırayla aile büyüklerimizin elini öperek bayramlaşmaya başlamıştım. Sıra babama geldiğinde önce harçlık sonrada cebinden çıkardığı kutu içerisinde ki o hediyeyi merakla bekliyordum bana vermesi için. İçinde ne olduğundan hiçbir fikrim yoktu. Başımı okşayarak ve öperek hediyeyi bana verdi. Bir heyecanla açtığım hediyenin bir saat olması beni gerçekten mutlu etmişti. Hayatımda ilk defa bir saatim olmuştu. Her ne kadar kullanmasını bilmesem de ilk zamanlar gerçekten çok mutlu olmuştum. Benim için bayram gerçekten çok güzel başlamıştı ve çok güzel devam ediyordu. Hayatımda yaşadığım ilklerin en güzelleriydi bunlar.

Uzun zaman oldu böyle bir bayram geçirmeyeli. Benim için bayram babam öldüğünde bitti aslında. O olmadığı sürece hep bir yarım eksik, belki de çok erken oldu ama biliyorum ki şimdi o huzur içinde. Herkesin dediği gibi nerede o eski bayramlar dememek için zor tutuyorum kendimi…

Sizin hiç babanız öldümü ? Benim bir kere öldü…..

2 Kasım 2011 Çarşamba


Çok güzel bir deniz kokusu vardı yürüdüğü sahil boyunca, ne insanların çıkardığı sesler nede araçların motor, korna sesleri, hiçbir şey umurunda değildi. O anın tadını çıkartmak istiyordu sadece. İlk defa bu kadar uzak kalmıştı çevresinden, yürümek o deniz kokusunu ve saka kuşlarının çıkarttığı sesleri duymaktan başka istediği hiç bir şey yoktu aklında.

Uzaklaşmak gerekiyordu bazen böyle, bir zamanlar yaptığı o kısa ama bir o kadar anlamlı orman yürüyüşü geldi aklına. Gülümsedi birden yüzünde bir tebessüm ile, yüzünde oluşan o gülümseme o kadar içtendi ki bir yere sığdıramıyordu mutluluğunu. Küçük çocuklar gibi koşmak, zıplamak haykırmak istiyordu, her şeye herkese inat. Yinede kendisini frenlemesi gerektiğini biliyordu.

El salladı vapurdakilere, martılara içten bir selam çaktı, ve balık tutan amcaya içten bir gülümseme ile rast gelsin dedi. Mutluydu ! Paylaşmak istiyordu bu mutluluğunu, her ne kadar duygularını belli edemiyen biri olsa da bugün bunu başarmak istiyordu. Kovada duran balıklara baktı, üzüldü biraz, onları ait oldukları yere göndermek istiyordu ama yapamıyordu. Korkuyordu balıkları tutan amcadan. Birden yüzünde o cimcime kızların yüzünde bulunduğu o masum ama tatlı gülümsemeyi atarak ayağı ile iti verdi kovayı denize. İçinde ki mutluluk daha da artsa da, balıkları tutan amcaya mahcup olmuştu. Yüzündeki sahte üzüntü ile amcadan özür dileyerek ona hemen yakında bulunan balıkçıdan balık alabileceğini söylemesine rağmen amca gülümseyerek teklifini geri çevirmişti. Zaten bende tekrar denize bırakacaktım diyerek ikisinin de yüzünde gülüşmeler oluşmuştu.

Özgürlüğüne kavuşturduğu balıkların vermiş olduğu mutlulukla devam etti yoluna. Düşünüyordu, kendi ile kıyaslıyordu kimi zaman, ama yüzünde ki gülümseme eksik olmuyordu. Hava biraz soğumuştu, o ufacık burnu kızarırken soğuktan ellerini cebine sokarak devam etti yürümeye. Her şeyden uzaktı ve kendini mutluluk denen olayın tam ortasında bulmuştu. İçinden şarkılar söylemek avazı çıktığı kadar bağırmak istiyordu sebsiz yere. Şükrediyordu yaşadığı hayata, onu sevenlere, yanında olan herkese şükürlerini sunuyordu. Seviyordu yaşamayı. Gel gitlerle dolu hayatında nefes almak yetiyordu ona kimi zaman. Biliyordu neşeli olduğunda güldüğünde önünde hiç bir şeyin duramayacağını, yada üzüntülü olduğunda onun yanında olan dostlarının farkındaydı.

Kimi zaman insan yalnız kalmayı ister tek başına, yada yanında birilerinin olması en büyük armağandır ona. Her dakikamız aynı olacak diye bir koşul olmadığından gel gitler yaşayabiliyoruz. Bazen alınabiliyoruz bazı şeylerden. Özelliklede sevdiğimiz insanların yaptığı hareketlerden yada söylediği sözlerden. Üzülebiliyoruz, yada kırılabiliyoruz bu sebeplerden. Bu neyin göstergesidir peki ? Çok sevdiğimizin mi yoksa çok değer verdiğimizin mi ?Ama sebep ne olursa olsun bir kalp sadece kendi için değil bir başkası için de aynı güzellikte çarpabiliyorsa eğer, o kişi gerçekten de hayatınızın tek anlamıdır.

Şimdi buradan ona öyle güzel bir buse gönderiyorum ki yanağına, biliyorum ki hissettiğinde o yüzünde ki gülümseme dünyanın hiçbir güzelliğine değişilmez. Bu insanlar hayatımızda oldukça biliyorum ki bizimde sırtımız hiçbir zaman yere gelmez. İyiki öyle insanlara sahibiz…

1 Kasım 2011 Salı

Adamın Biri


Göz yaşlarına boğulmuştu sebepsiz, nedensiz, yorgun ve bıkkın. Sitemkar bakışlarla baktığı insanlardan kaçarcasına koşmak gerekiyordu belki de. Bilmiyordu hiçbir şeyi, düşünemiyordu. Tek istediği yalnız kalmak, ne şehrin gürültüsü, nede yapmacık insanların gülüşlerine maruz kalmak istiyordu. Dört duvar dardı, üstüne gelircesine, boğarcasına karanlığın içinde kaybolurcasına yaktığı bir sigaranın dumanında boğulmak istiyordu.

Yorulmuştu besbelli, kimseyi ne görmek ne de duymak istemiyordu. Belki de istediği hiçbir şey yolunda gitmiyordu. İçinde ki son kalede yıkılmıştı, yada umut denen şeyin son damlasınıda kaybetmişti. O da bilmiyordu ne yapacağını ne edeceğini. Sebesiz bir şekilde sadece ağlamak istiyordu hıçkıra, hıçkıra, göz yaşlarını insanlardan saklayarak. Kimse bilmesin istiyordu güçsüzlüğünü acizliğini. İnsanlar kötüydü, biliyordu bunu ve her fırsatta üstüne geleceklerini de biliyordu. Samimiyetsiz, yapmacık insanların sorularına maruz kalmak istemiyordu. Kapıdan çıktığı an güçlü dimdik ayakta gözükmeliydi, içine gömmeliydi tüm mutsuzluğunu, yalandan bir gülümseme atarak mutluluk rollerine devam etmeliydi her zaman ki gibi. Kaçamak bir boka yaramayacaktı, farkındaydı bunun. Her zaman ki gibi çıktığında dışarıya oyunculara taş çıkarırcasına en güzel mutluluk rolünü oyununu oynayacaktı, oynamalıydı.

Sahi kaçmak neye yarıyordu ki ? Hepimiz genelde saklamazmıyız göz yaşlarımızı, mutsuzluklarımızı. Yapmacık insanların karşısına yapmacık çıkmazmıyız yeri geldiğinde, gülmezmiyiz yalandan, saklamazmıyız gülüşlerimizin ardına üzüntülerimizi mutsuzluklarımızı ? Her birimiz aslında bu hayat denen sinema filminde ki karakterler oyuncular değilmiyiz ? Ama ne yazık ki en iyi oyuncuya hayat bir ödül vermiyor...

Şizofren


Tepeden bakan ecnebi güneşe teslim olunmalı bugün.
Hırsızların saklandığı tarlalardan geçilmeli...
Islanmış gibi gözüken, denize benzer uzun yollara vurulmalı beden.
Yeşilinde kaybolunmalı ovaların.
Sıcakla göğüs göğüse, soğuk savaşlar verilmeli.
Çorak bir iklimde olunmasına rağmen,
Terlemişken, su diye inliyorken bile yağmur dilenilmemeli.
Aşk hariç her şeyden konuşulmalı, yâd edilmeli dün.
Yorgun sokaklarda,
Ilık nefesler eşliğinde şehrin kuytularında bırakılmalı aşk.
Ve bu sonu gözükmeyen yürüyüşte tek gerçeklik,
Alabildiğine fazla ay çiçekleri arasına gizlenmiş,
Kargaları korkutmaya çalışırken korkan, korkuluklar olmalı.
Yazdan, yalnız çıkılmalı bugün.
Güze gülümsenerek ölünmeli...