31 Ekim 2011 Pazartesi

Düşünürken Onu


Düşünmeden severken ki halimi düşünüyorum.
Bugün kar yağmadı
Bugün oldu
Günaydın bile dedim sabah sabah
Siktirsin muhalif rüzgârlar
Mürettebattın da canı cehenneme
Pierre loti'ye baktım
Haliç'e baktım
Galata'ya baktım
Düşünürken onu
Düşürdüm denizin dibine içimdeki soğuğu
Bastım küfrü
Sövdüm gelmişine, geçmişine
Üşüdüm
Gözlük taktım
Şaşırmadım kendime
Isınmadı kemiklerim güneşe bakarken
Tükürdüm ne kadar su varsa içine
Ağaç bilir
Taş bilir
Belki toprak da bilir
O bilmez içimin kanını, soğuğunu
Gittim, bir sürü yürüdüm, bir sürü koştum
Akşam oldu
Canım bende değil

27 Ekim 2011 Perşembe

Bir Anne


Sabah üşüyerek kalktığında kadın önce cama yöneldi, yılın ilk karı yağmıştı. Tatlı bir tebessüm bıraktı gördüğü güzel manzara karşısında. Ama düşünmesi gereken bir çok şey vardı kadının. O bir anneydi ve herkesten önce kalkmalıydı her sabah olduğu gibi. Önce kömür sobasını yakmalıydı. Temizledikten sonra sobayı, tükenmekte olan birkaç odunu atıp tutuşturdu sobayı. Evin o buz kesen soğukluğu az da olsa kırılmıştı. Sahip olduğu kömürleri idareli kullanmalıydı kadın ve çocukları okula gidene kadar evin sıcak olması kafiydi onun için.

Mutfağa gittiğinde çocuklarının önüne nasıl bir kahvaltı koyacağını düşünüyordu. Dolapta 3-5 zeytin ve küflenmekte olan bir iki dilim beyaz peyniri vardı. Her gün yeni bir umutla uyandığı sabahlardan biraz daha farklıydı bu sabah. Daha ne kadar kandırabilirdi ki kendini, istediği hiç bir şeyin olmaması ve ne olursa olsun çocukları için hayata gülmeyi ne kadar daha becerebilirdi ? Eski püskü olan çaydanlığına suyunu koyup kaynaması için sobanın üstüne koymuştu, o sırada da dolaptaki kahvaltılıkları masaya yerleştiriyordu. Bakkala gidip veresiye yazdırmak onun için ölümlerden beterdi, yediremiyordu gururuna. Mutfakta erzak dolabını karıştırırken gözü kavanozun dibinde bir parça kalmış una takıldı. Yüzü gülmüştü, çünkü bu undan çocukları için güzel bir şeyler yapabilirdi. Ya yarın, yarın ne yapacaktı ? Orasını düşünmek istemiyordu. İstediği sadece bir gün daha çocuklarını okula güler yüzlü bir şekilde yollamaktı.

Çocukları için hazırladığı sofradan sonra tek tek uyandırmaya gitti çocukları. Hep beraber güzel bir kahvaltı yapmak istiyordu. Onları bu yeni bir güne umut dolu sevgi dolu güzelliklerle yollamak istiyordu her ne kadar kendi umutsuzluğunu içine gömüp. O bir anneydi çünkü. Çocuklarının karnı doysun diye sofrada ki hiç bir şeye dokunmuyordu dokunamıyordu, sadece içtiği sıcak bir çaydı ve kafasında akşam için neler yapabileceği. Çocuklarını yolladıktan sonra okula, sönmüş sobayı o soğuya rağmen yakmadı bir daha. Eski püskü olan bir battaniyeye sarılıp camın karşısına geçerek umutsuzluğunu yenmeye çalışıyordu. Düşündüğü kendisi değildi, tek düşünebildiği çocuklarıydı, çocuklarının geleceğiydi…


(Devamı daha sonra)

...


Bitince gece
Sen daha yıkamadan yüzünü
Ki uyku nedir bilmemişken gözlerin
Oluyor sabah
Hasetinden ölmüyor sırlar
Öpülmediğinden kızgın, kırmızı yanakların
Ve bir damla daha hesap soruyor yapraklardan
Acını kattığın sigarandan, sağ kalan kaçıncı tiz sesin emekleyişi ve düşüşü bu
Bağırma daha fazla
İşte şurada ölüm git yakasına yapış
Hala öğrenemedin mi
Koşmadan yetişemiyorsun rüyalarına
Tutmazsan sıkıca
Ağzını burnunu kırıyorlar umutlarının
Ortada sıçan gibi kalıyorsun sonra
Bitince gece
Sen daha yıkamadan yüzünü
Ki uyku nedir bilmemişken gözlerin
Oluyor sabah

Bir Kadın Var


Bir kadın var hepsinden, herkesten çok sevilen. Bir kadın var yeri dolmayan, güldüğünde dünyaları veren. Bir kadın var üstüne titrenilen, üzülmesin, mutsuz olmazsın diye endişe duyulan. Bir kadın var, kıskanılan, can gibi sahiplenilen. Bir kadın var, saçının tek bir teli dünyalara bedel olan.

O güçlü bir kadındı, yüreği ufacık olsa da aslında dünyaları sığdırabilecek kadar kocaman bir yüreği olan.





Bir kadın var gözleri gülen
Bir kadın var dokunmaya bile kıyılamayan
Bir kadın var ufacık yüreğinde cenneti taşıyan
Bir kadın var yüreğinde şefkati hiç eksilmeyen
Bir kadın var benim olmayan..

26 Ekim 2011 Çarşamba

Bir Çocuk Var


Bir çocuk gözleri mavi, deniz mavisi
Üstünde toprak renginde bir kazak eski püskü
Elleri kir pas içinde
Oynadığı kumdan kaleler yüzünden
Misketleri var birkaç tane
Yutulmaktan korktuğu
Oynayıp oynamamakta kararsız kaldığı
Elinde avucunda kalan tek varlığı
Kaybetmekten korkup sakladığı
Hani cebine koysa, cepleri yırtık
Sımsıkı elinde tuttuğu

Bir çocuk üzerinde kirlenmiş bir şort
Dizleri oynamaktan yara bere
Ayaklarında yırtık eski bir papuç
Bir çocuk var
Yüreği zengin
Bir çocuk var işte
Tek zenginliği üç dört misket
Birde kocaman bir yüreği

Bir çocuk var
Yalnız tek başına bir başına
Bir de çocuklar var
Kir pas içinde olan çocukla oynamayan
Bir gurur var kimseye minnet etmeyen
Bir çocuk var hayata gülen
Gülmekten vazgeçmeyen
Bir çocuk var
Ailesine bakan
Bir çocuk var çocukluğunu unutan
Bir çocuk var çocukluğundan vazgeçip koca bir adam olan..

25 Ekim 2011 Salı

Siktir Et Gitsin


Yaklaşık 4 saattir telefonu elinden düşürmedi hiç, belki bir mesaj yada bir arama gelir diye. Hiçbir arayanı soranı yoktu adamın. 4 saat boyunca elinden sigarasını da düşürmedi hiç, izmaritler kül tablasından taşmak üzereydi neredeyse. Evin içinde isteksiz boş adımlarla dolaşıp duruyordu, duvarlar üstüne gelirken bir bir. Dar gelmişti bu dört duvar ona, dışarı çıkmak istiyordu ama çıkamıyordu. Korkuyordu insanları görmekten, yürüyeceği yerlerde el ele kol kola girmiş çiftleri görmekten korkuyordu. Bir meyhanede oturmuş dört beş kişinin yaptığı dost muhabbetinden korkuyordu. O da biliyordu ki daha kötü olacaktı bu manzaralarla karşılaştığında. Bir mutfak, bir salon derken attığı voltalar sıklaşmıştı evin içinde. Ne yapacağını bilmeden aptal aptal adımlar daha da hızlanmıştı.

Yatak odasına girmeye korkuyordu, çünkü orada karşılaşmak istemediği bir sürü anı ve yaşadığı en güzel, en özel anların hepsi o odadaydı. O oda da bir geçmişi vardı. Yorgun bir günde, umutsuz, çaresiz bir günde o odaya girmek ona çok büyük bir yok oluş sunacaktı. Belki tutamayacaktı göz yaşlarını, yada önüne gelen ne varsa kırıp dökecekti umarsızca, sonrasını düşünmeden. Kapıya doğru yönelip insanların gülüşmelerini göze almaya karar vermişti. O en sevdiği paltosunu giyip kendini sokağa atı verdi birden. Düşünemiyordu hiçbir şeyi, çünkü o hiç böyle olmamıştı. Yürümek, hatta kaçarcasına koşmak istiyordu bilmediği yerlere. Avrupa yakasından Anadolu yakasına geçmek, yada oradan hiç bilmediği, hiç tanımadığı insanların olduğu bir şehre doğru koşmak istiyordu. Tüm her şeyi geride bırakıp hayatına başka bir yerde devam etmek. Yıkılmadan kalkamaz insan, adam yıkılmıştı ve artık kalkmak kalıyordu geriye, yeni bir sayfa açmalıydı, dolu sayfasını ters çevirip. Ama öteki sayfadan geçmiş olan kalem izlerinden korkuyordu. Aynı hatıraları gibi…

Kaçmanın bir şeyi değiştiremeyeceğini anladı adam, zaten neyden kaçıyordu ki ? Kaçmak istediği her şey kendisindeydi zaten ve biliyordu ki nereye kaçarsa kaçsın peşinden gelecekti her biri. Kendinden kurtulmadıkça biliyordu ki hiç bir şey mümkün olmayacaktı.

Sarhoş olmak istiyordu adam, bir yerde içip içip sızmak. Bir bankta, yada bir deniz kenarında, ama neresi olursa olsun gidip dönmemek istiyordu adam. Umutsuzdu, çaresizdi. Sebebini kimse bilmiyordu, neden ve nasıl böyle bir duruma geldiğine hiçbir arkadaşı yada ailesinden hiçbir kimse anlam verememişti adamın bu durumuna. Ne iş yerinde bir problemi, nede bir aşk acısı çekiyordu. Anlamsızdı her bir şey.

Aradan 4-5 ay gibi bir süre geçmişti. Adam bu günleri hatırladığında sadece bir tebessüm ediyordu ve kendine birazcıkta olsa kızıyordu. Anlam veremiyordu neden böyle yaptığına. Kaçmak yerine üstüne üstüne gitmeyi düşünememişti o dönemler ve bu yüzden kızıyordu kendine. Artık her şey normaldi durum düzelmişti ve hayat onun için gerçekten güzel gidiyordu.


Hayatımızda hep inişli çıkışlı dönemler yaşıyoruz. Kimiz zaman aşk acısı, kimi zaman iş yerinde yaşadığımız sorunlar ve kimi zamansa aile yada yediğimiz dost kazıkları. Yada kendiliğinden gelen nedensiz ve sebepsiz durgunluklar. Kaçmak istiyoruz her şeyden, uzaklaşmak, sessizliğe gömülmek, oysa ki bu durumu böyle atlatmanın en kolay yoludur kaçmak. Üstüne gitmekten korkarız kimi zaman, belki de her zaman, ama yapabileceğimiz bir şeyler her zaman vardır, sadece nasıl yapacağımızı o an bulamadığımızdan bize en kolay ve basit gelen yolu seçeriz, yani kaçmak. Ama şunu unuturuz, ne kadar kaçarsak kaçalım aslında sorunları hep üzerimizde götürürüz, kaçtığımız sadece şehirlerdir yada bulunduğumuz ortamlardır.

İnsan böyle zamanlar da birine ihtiyaç duyar. Seni güldürebilecek sana üzüntünü unutturacak bir insana. Böyle insanların hayatınızda olması ve onları hayatınızda tutabilmek zor da olsa böyle insanlar vardır her zaman ve sadece görebilmeyi bilmek gerekir. Bu konuda şanslı olduğunu düşünen insanlardanım bende.

Bazense siktiret demeli insan, gamsız yada umursamaz olmalı ki bende genelde öyle düşünürüm. Çünkü üzülünce yada kafaya takınca bir şeyin düzeleceğine inanmam, onun için siktiret der ve geçerim olayın üstünden. Siktir et kadar rahatlatıcı bir kelime yok şu hayatta ama varsa da siktir et gitsin… Saygılar Sevgiler…

23 Ekim 2011 Pazar

Canım Sıkıldı İşte


Korkmayın bu sefer öyle duygusal bir şey yazmayacam, aslında ne yazacağımı da bilmiyorum. Yazmak için yazıyorum çünkü, uykusuzum, yorgunum ve öyle bir halsizlik var işte. Heee birde canım sıkılıyor ama ilerleyen saatlerde geçer mi bilmiyorum. Belki yazarken küfür de edebilirim şimdiden özür dilesem mi bilemedim ama etmiyecem, belki edersem küfür yazının sonunda özür eklerim.

Ne diyordum, işte uykusuzum canım sıkkın falan filan. Bu yazının bir konusu yok öyle, bi sosyal mesaj vermeyecem yada bir hayal kurup onuda yazmayacam. Saçmalıyacam belki de yada ne bilim işte diyorum ya yazmak için yazıyorum, maksat gönüller bir olsun dimi. Çok kullanırım bu kelimeyi, yaş olayında yada iki kişi arasında mesafeler varsa, yaşın ne önemi var gönüller bir olsun yada uzaklığın ne önemi var gönüller bir olsun diye, ama olması gereken de o değilmidir zaten gönüller bir olsun. İşin ibneliğine kaçıpta sadece o anı kurtarmak için gönüller bir olsun demem, içten samimi gelen bir durumdur bu.

Bugün ne oldu onu anlatayım ben size. Bugün annemle önce kavga ettim ama öyle böyle değil baya şiddetliydi, telefonda ettik bu arada kavgayı, sonra benim canım sıkıldı girdim mutfağa köfte yaptım, pilav yaptım birde patates kızarttım sonra yedim. Başka bir aksiyon yok işte. İlginç olan benim için, annemle kavga ettikten sonra yada tartıştıktan sonra diyim ben buna, 5 dk sonra beni arayıp sanki hiç tartışmamışız gibi konuşması oldu. Bazen valide beni öldürecek yeminle. Ama çok seviyorum orası ayrı tabi. He birde dün gece seyretmek istediğim filmin 10-15 dk dan sonra hiç bir şey hatırlamadığım için yani anlayacağınız üzere seyrederken uyuya kalmışım işte uyandığımda kalkıp onu seyrettim tekrardan öyle yani.

Biliyorum boktan saçma sapan bir yazı oldu ama napim bi halsizlik var üstümde. He birde dünkü maçta biri bileğime vurmuş o ağrıyor. Bu kadar başka bişey yok..

21 Ekim 2011 Cuma

Öyle İşte


Belki de sen başka bir hikayenin kahramanıydın ve benim hikayeme yanlışlıkla düştün. Olamaz mı ?

Yalnızlıkmıdır Delilik Yoksa Delilikmidir Yalnızlık


Akşam karanlığı daha çökmemişti İstanbul’un üzerine, bulutlar örtmemişti daha güneşi, sıradan bir gün olabilirdi belki ama karamsarlığın hat safhada olduğu bir gündü işte. Sahilde hafif esen bir rüzgar eşliğinde ufak ufak adımlarla yürüyordu adam. Bir acelesi yoktu hiçbir şeye. İnsanların koşuşturmasını görmezden gelerek zayıf ama kısa adımlardı bunlar. Yapılacak tek şey yürümekti, kafasında ki düşüncelerle. İçinde bulunduğu yalnızlığı belki de böyle atacaktı. Ne trafikte sıkışmış araçların korna sesleri, nede insanların normal, sıradan, doğal sesleri, hiçbirini düşünmeden görmezden gelerek sadece yürüyecekti. Belki salaş bir çay bahçesinde ince belli bir çay eşliğinde bulacaktı kendini, bilmiyordu ne olacağını, sadece istediği yürümekti.

Gözü karşıdan karşıya geçmekte olan vapurlara takıldı, içinde ki insanların martılara simit atmasına. Anlam vermedi başta buna, öylece baka kaldı. Amaçları martıları mı beslemekti, yoksa kendi mutluluklarını tatmin mi etmekti diye düşünmeden edemedi kendini. İnsanlar kendi mutlulukları için bir başkalarını peşlerinden koşuşturmaya meraklıdır diye düşündü sadece. Aklına gelen tek şey buydu, ve bir tebessümle güldü martıların maruz kaldığı bu duruma. İnsanların kendi çıkarları için yaptığı düşüncesizliklere, belki de yanıldığını düşündü, amaçları sadece martıları beslemekti. Ama madem öyleyse neden fotoğraf çektiklerine bir anlam veremedi. Saçmaladığını düşündü birden, belkide fesatlaşıyordu. Kendi karamsarlığını bir başkalarına atıyordu.

Yürümeye devam etmeye başladı, kendisi ile çelişkili soruların cevaplarını aramak istiyordu. Aslında kendisine hangi soruyu soracağını bilmiyordu da, çünkü adaletli bir şekilde kendini yargılayıp yargılayamayacağını düşünüyordu. Hava iyice kararıyordu ve ışıklar tek tek yanmaya başladığında, güneş kaçarcasına uzaklaşıyordu gök yüzünden. Hava iyice serinlemişti, kış geliyordu artık. Belkide güneşi bir daha bu şekilde göremeyecekti. Paltosunun yakalarını kaldırarak yoluna devam ediyordu. Ayakları da aynı yüreği gibi yorulmuştu, oturmak istiyordu bir yerde. Belki de içini ısıtacak bir çayı yudumlamak.

Yorulan ayaklarını dinlendirmek için bir cafeye oturdu adam, birazda ısınmak istiyordu. Çevresine baktığında kendisinden başka tek başına oturan birini görmediğinde iyice içi üşümüştü aslında ısınmak için gittiği yerde. Kimi sevgilisiyle, kimi de arkadaş yada ailesiyle birlikteydi. Bu durum onu biraz daha bu karamsar günde karamsarlığa itmişti. Kendisine bir çay söyledikten sonra cebinden telefonunu çıkarıp rehberine bakmaya başladı. Yanına çağırabileceği biraz olsun konuşup dertleşebileceği birini istiyordu. A harfinden başlayıp isimlere yavaş yavaş aşağı doğru iniyordu, her ismi geçtikçe biraz daha buruk bir yüz ifadesine maruz kalıyordu. Sıkılıp telefonunu cebine tekrar koydu. Bunun üstüne bir sigara yakarak aklına gelen saçma sapan düşünceleri atmak istediğini anladı. Yalnızlık neydi ? Neyin sebebiydi ve bu duruma gelmesinin sebebinin aslında insanlardan kaynaklandığını ve yine dönüp insanlardan umut ettiğinin farkına varmıştı aslında. Belki de böyle daha da mutlu olabilirdi. Kafasında ki düşünceleri tek başına yenebileceğini ve etrafında ki sahte gülüşmelerin bir gün son bulacağını düşünüyordu. Belki de saçmalıyordu, yada saçmalamak istiyordu. Yüzünde bir tebessümle garsondan bir çay daha istedi, önünde ki çayın bitmemesine rağmen. Garson bunu fark ettiğinde çayda bir problem olup olmadığını sorarak, hayır yanıtını aldıktan sonra bu duruma bir anlam verememiş şekilde bir çay daha getirdi. Çayı karşısına koyan adam, bitmemiş sigarasının üstüne bir sigara daha yakarak, sanki karşısında biri varmış gibi yüzüne bir tatlı tebessümle çayını ve sigarasını içmeye başladı.

Aslında o da farkındaydı bu durumun etrafında ki insanlar tarafından deli muamelesi göreceğinin. Ama hiç birine aldırış etmiyordu, yüzündeki gülümseme ile içindeki yalnızlıkla bir sohbete dalmıştı. Herkes onu deli sansa da aslında o yalnızlığına bir çay ve sigara ısmarlamıştı, ve durum sadece bundan ibaretti. Hangimiz bir başımıza kaldığımızda kendimizle konuşmuyoruz ki ? Bunu toplum içinde yapmak delilikse eğer aslında hepimiz birer deliyiz. Sadece kabullenmekten korkuyoruz, yada yalnız kalmaktan, belki de yalnız kalıp kendimizle konuşmaktan korkuyoruz.

20 Ekim 2011 Perşembe

Sevişme Sonrası Bir Otel Sabahı


Sabah uyandığımda yine her zaman ki gibi erkenden kalkıp gitmiştin. Dün gecenin vermiş olduğu yorgunlukla ayılamasam da, geceden kalma can sıkıntısının kalıntılarını hissedebiliyordum. Geceden kalma şarap kadehlerinin üzerinde uçuşan o ufak sinekleri ve tüm gece boyunca dolmuş olan kül tablasının kokusu eşliğinde yeni bir güne uyanmaya çalışırken, aklıma takılan soruları cevaplayamayacağım gibi, bir sigara içmeden de uyanamayacağımı biliyordum. Aslında bırakmak ta istiyordum sigarayı, bu kadar çok içmek bir gün beni öldürecek biliyorum.

Dibinde az bir şarap kalmış kadehlerin üzerinde ki sinekleri kovaladıktan sonra bir sigara yaktım. Göz ucuyla odayı süzerken gözüme düşürmüş olduğun tek küpen takıldı ve öyle bir tebessüm ederek, odanın ne kadar havasız olduğunu ve perdelerin sonuna kadar kapalı olduğunu fark ettim. Kimden saklanıyorduk ? Yada saklanmamız gereken neydi ? Ruhum gibiydi aynı, karanlık ve dumanlı. Biz neydik diye soramadan edemiyordum kendime. Hafta da birkaç kere bedenlerimizi buluşturduğumuz otel odasında ki iki yabancımıydık yoksa ?

Perdeleri açtığımda güneşin tam da yüzüme vurması, sineklerin birden kaçması ve benim bunlardan dolayı bir cevap aramam, bir işaret aramam neyin nesiydi ki ? İstediğim şey aşktı sadece, sevişmek gerekmiyordu. Sahi sevişmek neydi ki ? Aşkla mı yapılan bir şeydi yoksa, yada aşık olmak için miydi ? İki et parçasının 10-15 dakikalık zevk için bir araya gelmesi neyin nesiydi ? Ardı ardına devam eden birleşmeler neye delaletti ? İstediğim sevgiydi sadece. Bir hayat kadını gibi işini bitirip bir an önce kaçmakmıydı aşk sana göre ? Yalandan gülümsemeler ve sonra hop yatağa. Sarhoşlukmuydu yoksa ? Bacak arasına girilmek için içilen iki kadeh alkolmüydü? Sahi kısa süreli bir zevk için basitleşmek neyin işaretiydi?

Anlamanı yetirmiş iki bedenin sadece ihtiyaçtan dolayı yapılan bir birleşmesimiydi bu ? Günlük sıradan işlerden birimiydi yoksa yaşanılan? Ben aşk istedikçe vurulan gamsız bir öpüşmemiydi bu ? Cesaret örneği taşıyan bir dokunuşmuydu yoksa ? Terlerimizin bir birine karışması yoksa ağlayan vücutlarımızın göz yaşımıydı ? Bitse de gitsek dediğimiz sıradanlığının, aslında içimizde yok olan kendimizin son çırpınışlarımıydı yaşanılan… Hissetmeden dokunulan, bakılan bir bedendeki son dokunuşmuydu bu? Basitleştirdikçe basitleşen bedenlerimizin isyanlarını duymazdan geldikçe yaşadığımız bir ihtiyaç duygusumuydu bu ? Sahi sevişmek neydi aşk olmayınca ?

Bacak arasına girmek için söylenen iki tatlı söz ve yalandan bir gülümseme. Sonrasında içilen iki kadeh içki ve sonrasını hatırlayamayacağımız bir gece. Belki pişmanlık belkide duyulan hazdan sonra bir önemsenmezlik hissedilecek olan. Kimin girdiği ve nereye girdiğinden ziyade duyulan bir haz hırslığı yaşanılan. Bedenlerimizi kirlettiğimiz ve sonrasında alacağımız bir duştan sonra temizlendiğini sanıp devam edeceğimiz basit bir hayatın belki de başka bir yüzü bu yaşanan.

İstediğim aşktı sadece. Şimdi bir duş sonrası, akşamdan üstünde kokun kalmış kıyafetlerimi giyerek ve kirlenmiş bir vücutla hesabı ödemeye gidecem. 313 numaralı odada yaşadığımız kısa süreli zevklerin hesabını. Oysa ki hesabını ödeyemeyeceğimiz bedenlerimizin sorgusuz sualsiz kabul edişlerinin yükünü sırtımıza alarak. Sonra dün geceye ait ne varsa her birini unutacam. Görmedim, duymadım, bilmiyorum. Aklıma gelmeyecek o oda, ve ben kendimi bu yalana inandırıp devam edecem hayatıma. Sen esmer uzun boylu kız, hiç karşıma çıkmadın ve biz seninle bedenlerimizi hiçbir zaman kirletmedik.

18 Ekim 2011 Salı

Boktan Bir Yazı İşte Yarım Kalan


Hayatta her şey seçimlerimizden ibaret aslında. Ama biz olumlu şeylerde kendimizi, olumsuz şeylerde de kaderi kısmeti yada suçu karşımızda ki insanlara atmaya meraklı insanlarız. En ufak bir olumsuzluk ta hemen suçu karşı tarafa atıp onun suçu bu diyerek kendimizi haklı çıkarırız. Ulan salak senin seçimindi sen seçtin onu neden şimdi onu suçluyorsun ki?

Bu her şeyde geçerli, sevgili, dostluk, aile artık ne gelirse aklınıza siz söyleyin.

Yaa aslında aklımda bir sürü şey vardı ama kafa bir dünya olduğu için yazamıyorum. Şu bilgisayarın başına oturduğumda unutuyorum hepsini. Kafam o kadar dolu ki o kadar sinirlerim bozuk ki hani nasıl desem onuda bilemiyorum. Sabah aklıma gelen her şey bir anda silinip gitti işte. Küfretmek istiyorum edemiyorum, Bağırmak istiyorum bağıramıyorum. Üzenlerin karşısına çıkıp onlara haykırayım diyorum o da olmuyor. Her ne kadar isyan etsem de insanlara onları da kırmak istemiyorum işte. Ama çok sıkıldım, yoruldum insanlardan. Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık misali yapacak çok ta bir şey yok. Sanırım en iyisi her zaman ki gibi susmak.

Yine yazamadım işte yazamıyorum da. Zaten yazdığım şeylerde öyle çokta matrah bir şey değil. Kendi çapımda eğleniyorum işte. Okuyan okur okumayan okumaz ki zaten okunsun bilmem ne diye de çabalamıyorum. Neyse böyle boktan bir yazı oldu işte. Hergün koyuyorum sövüyorum bu seferde benim için siz koyun gitsin işte.

15 Ekim 2011 Cumartesi

Şurada Bir Sigara Var


Şurada bir sigara var daha ötesinde de bir silah! Kendini öldüremeyen bir başkasını öldürebiliyor, hatta bazen içinde bir ölüyle senelerce dolaşabiliyor. Sen kendini öldürebilir misin? Önce bir sigara yak sonra bunları düşünme.

Bugün Pazar


Dün geceden kalma bir hüzünle uyanmıştım yeni sabaha, aslında bugün yataktan da kalkmak istemiyordum. İlk kez sensiz uyandığım bu sabahta gün içinde yapacağım hiç bir şeyden zevk almayacağımı bilsem de kalkmak zorunda hissediyordum kendimi. Birden gözüm dün geceden kalma kadehteki şaraba takıldı. O bile yarım kalmıştı aynı biz gibi. Kalkıp bir sigara yaktım, biliyordum ki bugün bu sigaraların ardı arkası kesilmeyecekti. Sen çok kızardın bana çok sigara içtiğim için. Bugün seni dinlemiyecem ve içe bildiğim kadar içecem. Biliyorum kendime yapıcam ne yapacaksam ama bir şekilde kendimi avundurmak zorundayım. Bugün Pazar ve senin yerine bana sigaralar eşlik edecek, belkide bir büyük şarap. O en sevdiğimiz şarkıyı dinleyerek kendimle beraber onları da tüketecem.

Elimi yüzümü yıkamaya üşeniyorum, dedim ya yataktan hiç kalkma isteğim yok. Kokunu kaplamış olan yastığım ve battaniyemle birlikte bana eşlik edecek olan sigaralarla böyle bir Pazar geçecek işte. Sensiz nasıl geçecekse bilmiyorum artık. Belki resmine bakarım yada biraz ağlarım işte bilmiyorum. Belki de bana hediye ettiğin o çiçekleri sularım. Hatırlıyormusun hep hayalini kurardık evlendiğimizde çiçekelerimiz olacak diye. Sen hep sardunyaları severdin rengarenk, bense orkideden başka bir çiçek sevmezdim. Sana benzetirdim zaten hep, senin gibi asil senin kadar güzel ve senin kadar çıt kırıldım. Hani dokunmaya korktuğum. Dudaklarını bu yüzden öpemezdim ya incinmenden korktuğum için, kıyamazdım ellerini tutmaya.

Neyse saat 11 olmuş neredeyse öğlen olacak. Hani ne yapacağımı da bilmiyorum dolanıyorum işte evin içinde boş boş. Oysa sen olsan önce güzel bir sabah kahvaltısı yapardık. Ben yine senin çok sevdiğin o az pişmiş yumurtalardan yapardım. Çok zorlanırdım kıvamını tutturmak için ama sevdiğin için elimden geldiğince becermeye çalışırdım işte. He birde eksik etmezdim o tam yağlı peynirle pekmezi. Gülüşerek karşılıklı yapardık işte kahvaltımızı. Tokuştururduk yumurtaları, ama ben hep hile yapardım, biraz üstten tutardım senin ki kırılsın diye. Sense masum bir bebek gibi asardın suratını ama ben gönlünü almayı bilirdim. Çayını hep şekersiz içersin diye açık koyardım o en sevdiğin kupa bardağına. Bak o şimdi bomboş sen de yoksun ve o bardak birdaha hiç dolmayacak. Benim senden ayrı kalmam gibi o da açık çayla ayrı kalacak işte.

Bugün Pazar ve sensiz geçecek ilk pazarım. Evden çıkmayacam dedim ama markete gitmeliyim. Oysa sen her Pazar gelirken getirirdin akşam yemeğimiz için bir şeyler. Senin o güzel ellerinden yemek yemek bir başkaydı işte. Bende becerebildiğim kadar eşlik ederdim sana işte, ama hep soğanları ben doğrardım. Sanki bugüne hazırlıkmış gibi gözlerimden yaşlar gelirdi. Bak hatırladıkça birer birer intihar ediyor göz yaşlarım. Neyse sanırım iş bana düştü yine. Markete gidip o en sevdiğimiz yemeklerden alacam, belki de yanında bir büyük şarapta alırım. Senin en sevdiğin kırmızı yakut şaraplarından. Bu sefer tek bardakla bitecek ama olsun ben iki kadeh doldurur resminide karşıma koyar öylede içerim onu. Marketti o kız belki bana seni soracak. Hani vardı ya esmer olan ve sana abla çok yakışıyorsunuz diyen. Her gördüğünde bir tebessümle bize gülen işte o kız. Şimdi ben gidecem de markete ya bana seni sorarsa ben ne derim ki nasıl söylerim gittiğini. Hadi ben üzüldüm ya o da üzülürse ya o da benim gibi ağlarsa. Düğünümüze çağıracaktık halbuki onu. Ben şimdi nasıl giderim ki aynı markete. O sevmediğin sakallı amcanın olduğu markete. Hatırlıyormusun bizi gördükçe kaşlarını çatıp tövbe tövbe derdi. O öyle dedikçe ben daha da sokulurdum sana.

Bugün Pazar ve sen yoksun birtanem, bende yokum aslında varmış gibi yapıyorum sadece. Vazgeçtim evde durmaktan. Biliyorum ki durdukça daha çok arayacam seni. Her bir eşyada her bir oda seni hatırlatacak bana, kahrolacam.. Öylece çıkacam dışarı karışacam kalabalığın içine yürüyecem yürüyebildiğim kadar. Bak yağmurda yağıyor kimse anlamaz zaten ağladığımı, kafamı eğip yürüyecem işte. Zaten insanlar çıkmaz da dışarı bu yağmurlu günde. Ben boş sokaklarda senden izler ararım belki. Yada gider otururm bir bankta yakar bir sigara çektikçe içime gidişine küfürler savururum, ama giderim. Sen gittin ya bende giderim. İçerim belki de içebildiğim kadar kör kütük sarhoş olana kadar. Belki bulamam evin yolunu. Yada gider sokakta yaşayan biri ile paylaşırım şarabımı, içtiğim sigaraları. Girmem o eve gelmem artık o eve ama giderim. Giderim ama senin gibi değil. Ya kendimden giderim yada bu şehirden. Senin gibi senden vazgeçmem ama giderim. Bugün Pazar ve sen yoksun bense senden yoksun…….

13 Ekim 2011 Perşembe

Bir Tatlı Tebessüm


Ahmak bakışlara maruz kalan kadın, bilirim ki sen savurdukça o sahte gülümsemeleri için yanar. Diğerleri ise seni mutlu sanıp bakışlarını eksik etmezler üzerinden. Sen güldükçe bir çift göz daha eklenir üzerine kitlenen. Sussan kimse anlamaz, umursamaz belki de. Nasıl olduğunun hiçbir önemi yoktur diğerleri için. Yalandan iki gülümseme savurup devam ederler kaldıkları yerden yalanlarına. Sense yalandan bir gülümseme eklersin onlara. İçindeki sebepsiz fırtınalardan kimsenin haberi olmaz, zaten olsa da saniyelik birkaç hal hatır sorma merasiminden sonra unutulur gidersin.

Herkese göre sen mutlusundur, belki de göstermek istediğin yüzün budur. Kimse bilemez göremez işte gönül gözüyle bakmadıkça. Bazen susmak bazense boş bir sokakta yürümek istersin yalnızlığınla. Tüm şehrin gürültüsünden kaçıp o kavak ağaçlarının yapraklarının döküldüğü bir yolda o kurumuş her bir yaprağı ezmeden kimi zaman sekerek kimi zamansa zıplayarak devam edersin. İçinden belki de bir şarkı mırıldanırsın, bıkkınlığını ve sıkkınlığını gidermek için. O an kendinle baş başasındır, tek başına. Belki de özgürleşmek için çıktığın bu yolda bir ele yada bir çift göze ihtiyaç duyabilirsin. Seni anlamasını istediğin seni görmezden gelmeyen biri ile o yolda saatlerce yürümek sana huzur katacak bir istek.

Bir ağaca yaklaşıp oraya belki de kısa bir not yazmak isteyeceksin. Ama ağaca yaklaştıkça yüreğin izin vermeyecek buna. Çünkü canını acıtacağını düşüneceksin ağacın. Vazgeçeceksin ve yoluna devam edeceksin mırıldandığın şarkı ile. Çökeceksin bir ağacın dibine ayaklarını uzatarak, önce ellerine bakacaksın, tırnaklarına bakıp uzayıp uzamadığını düşüneceksin. Saçlarını bir el hareketiyle kavrayıp kırıklarını düşüneceksin. Ellerini cebine koyup aslında cevaplamak istediğin hiçbir soruyu bulamayacaksın. Öylece karşıdaki o kavak ağacına ve üstünde ki kargaya bakacaksın. Onun o cevizi kırmak için havalanabildiğince havalanıp belli bir yükseğe çıktıktan sonra, kırılması için yere attığı cevizi takip edeceksin. Yüzünde birden bir tebessüm oluşacak ve güleceksin öyle tek başına. Bu olayın kargayla ceviz arasında ki mantığını düşüneceksin. Sonra aklına o kargayı insanlarla kıyaslamak gelecek ama vazgeçeceksin sıkılıp.

Ayağa kalkıp o bomboş yolda kahverengimsi renklerin büründüğü yolda yoluna devam edeceksin. Önüne bir göl çıkacak, merak edip iyice yaklaşacaksın. Yaklaştıkça toprağın çamurlaştığını fark edeceksin. O an işte kararsız kalacaksın daha fazla ileriye gidip gitmemekte. Ayaklarının ıslanmasından o çamura batmaktan korkacaksın. Ama merakta ediyorsun ve bakmak istiyorsun. Göl kenarında ki kurbağaları göreceksin. Sanki senin geldiğini görmüşler gibi hissetmişler gibi varaklamalarını duyacaksın. Kulağına çok sevdiğin bir şarkının melodisi gibi gelecek sesleri. Yukarıda kurbağalara eşlik eden kuşların sesi de eklendiğinde ve ağaçların o rüzgarda çıkan sesleriyle birlikte kendini doğanın o orkestrasına bırakacaksın. Bu ormana çıktığın için mutlu olacaksın. Yüzün gülecek ve kendini doğaya bırakacaksın. Ama aklında halen o göle yaklaşıp yaklaşmama sorusu olacak. Birden gölün dibindeki balıklar bir merakla yukarıya doğru çıkacaklar. Sen bu eşsiz manzara karşısında kendinden geçip onlara eşlik etmeye başlayacaksın. Diline dolanan o şarkıyı tüm hayatın boyunca tekrarlayıp duracaksın.

Şehirden uzaklaşmış olmanın vermiş olduğu heyecanla evine belkide geri dönmek istemeyeceksin. O an ki eşsiz melodinin hiç bitmemesini bir ömür boyu burada kalabileceğini düşüneceksin. Ama gitmek zorunda olduğunu bileceksin. Bunun farkına vardığında içinde ufak bir hüzün oluşsada burada geçirdiğin bu bir saat hayatının en önemli en özel günü olarak kalacak. Bunları yaşadığın için önce Allah a sonra senin buraya kaçmana neden olan insanlara şükranlarını sunacaksın.

Hayatta her şeyin bir nedeni bir sebebi vardır. Bazı insanlarla tanışmamız gibi, yada kaçırdığımız bir münübüsün daha sonra kaza yapması gibi. Kaçırdığımız için üzülsekte kaza yaptığını gördüğümüzde iyiki kaçırmışım demenin vermiş olduğu mutluluk gibi. Ne olursa olsun başımıza ne gelirse gelsin yüzümüzden tebessümleri eksik etmemek gerekiyor. Her şeyi de kader yada kısmete atmadan gülmeyi becerebilmeliyiz. Hayat yaşadıkça güzel zevk almayı bildikçe güzel. Gülmekse bir ömre bedel… Saygılar Sevgiler….






Yazdığım Hikayeden Bir Bölüm 2


Zaman o kadar çabuk geçmişti ki artık ayrılık vakti gelmişti. Gitmesini hiç ama hiç istemiyordum. Biraz daha kalmasını söyledim ona ve bana kalamayacağını yapması gereken işlerinin olduğunu söyleyince bir şey diyemedim. Ayağa kalktığında ben halen onu seyrediyordum. Türbanını bağlayıp pardüsesini giydikten sonra anca ayağa kalkabilmiştim. Bende ayakkabılarımı giymeye hazırlanırken bana benim gelmemin gerekmediğini dikkat çekmek istemediğini söylediğinde biraz bozulmuştum ama onu kıramadığımda peki diyip susmuştum. O ayakkabılarını giydikten sonra, elinden tutup kendime doğru yavaşça çektim ve dudaklarını öpmeye başladım. Sonra ona sarılıp derin bir nefes çektikten sonra kulağına hafifçe eğilip onu çok sevdiğimi ve yanından hiçbir şekilde ayrılmayacağımı söyledim. Yüzünde oluşan kısa ama tatlı bir tebessümden sonra bana sarılıp yanağıma bir öpücük kondurduğunda dünyalar benim olmuştu. Zorda olsa ayrılabilmiştik. Kapıda çıkar çıkmaz telefonla beni aradı ve arabasına gidene kadar konuştuk. Ben daha telefon numarasını bilmediğim için her istediğim de arayamıyordum. Bir an önce işlerini bitirip eve gitmesini ve gider gitmez kamerayı açıp onu görmek istediğimi söylemiştim. Onsuz geçirdiğim her dakika onu gerçekten de çok özlüyordum. Kafamı yüreğimi onunla bozmuştum. Her dakika aklımda her saniye yüreğimdeydi. Onun sesini duymak bana gerçekten çok büyük mutluluk veriyordu. Telefonu kapattığımızda koltuğuma oturup bir sigara yaktım. Nasıl olur nasıl gider bu ilişki diye düşündüğüm de aklıma boynunda ki morluklar geldi. Kabullenemiyordum bu durumu. İçten içe üzülüyordum yıpranıyordum. Bu durumu ona pek belli etmek istemiyordum. İçime atıyordum sürekli, ama bir gün içimde biriktirdiğim için patlayacaktım bunu çok ama çok iyi biliyordum ve farkındaydım. Çünkü bir erkek sevdiği kadını kimseyle paylaşmaz, paylaşmak istemez, yapamaz bunu. Ama onu çok sevdiğim için susuyordum sadece içime atarak. O yanımdayken yaşadığım mutluluk bir anda yerini hüzne bırakmıştı. Sigaram bitmeden bir sigara daha yaktım peşine hemen. Gözlerim dolu dolu olsada ağlamamak için tutuyordum kendimi. İçimdekileri haykırmam lazımdı, birileri ile dertleşmeliydim belki de. Ama o an boğuluyordum. Bilgisayarımı açıp bir şeyler yazmak karalamak istiyordum. Ve o an yüreğimden şu mısralar çıkmıştı;

Dam Üstünde Saksağan Gel Bana Bazı Bazı


İnsan oğluyuz sonuçta kesinlikle olumsuz olan her şeyde suçu karşı tarafa yada başka şeye atmaya bayılırız. Canımız mı sıkkın bir durgunluk mu var üstümüzde, kesinlikle havadandır deriz. Yada çok mu kızdık kesinlikle karşımızda ki insanın suçudur. Genelde iğneyi kendimize çuvaldızı hep ama hep karşı tarafa batırırız. Hani yağmur yağsa ıslansak yağmur niye yağdı der sitem ederiz.

Ama iyi şeyler de ise kesinlikle bizim sayemizde olmuştur. Yani kesinlikle onu biz yapmışızdır. İlah gibi övünür dururuz kendimizle. Böyle bir böbürlenme kendini beğenmişlik. Sanki tek başımıza yapmışızdır her şeyi.

Sevgilimizden ayrıldığımızda da aynı durum geçerlidir. Ne hikmetse suçlu hep karşı taraftır. O beni terk etti diyerek avundururuz kendimizi. Sanırım en kolayı ve kendimizi rahat ettirmenin tek yolu bu olsa gerek. Ayağımız taşa takılsa o taşı kim koydu oraya deriz. Ulan salak herif önüne bakmadan leyla leyla yürüyorsan takılırsın tabi taşın ne suçu var senin mallığın. Ama o taşa takılan için tek sorumlu o taştır. Niye orada ?

Dedim ya insan oğluyuz işte suçlu her zaman karşımızdakilerdir. Bir türlü kabullenemeyiz hatamızı yada suçumuzu. Oysa ki en azından bana göre bir erdemliktir insanın kendi ile hesaplaşması, kendide hataları araması. Biz hep kolay yolu seçiyoruz ne hikmetse. Bir takım şeyleri görmemezlikten gelip kendimizi haklı çıkarmak için bin bir takla atıp duruyoruz.


11 Ekim 2011 Salı

Doğum Günün Kutlu Olsun Aslı


Her şey aslında bir ayran muhabbetiyle başlamıştı. Bir ayrandan dolayı tanışmıştık. İlk zamanlar çok kızıyordum ne dersem ne söylersem sürekli ayran iç geçer ayran iç geçer diye diye bi baktık ki arkadaş olmuşuz. İlk zamanlar pek fazla sohbet etmesekte aslında iyi bir insan olduğunu belli ediyordu tabi. Sonra ne olduysa işte elektriklerimiz tuttu ve voltajlarımızı birbirimize göre ayarlayabiliyorduk.

Ben ilk zamanlar resminden dolayı bekar ve öğretmen olarak sansam da çok güzel bir evliği ve çok tatlı bir oğlu olduğunu öğrendikten sonra gerçekten şaşırmıştım. Allah bu mutluluğunu tabi ki hiç eksiltmesin. O kadar deli dolu ve sevimli ki hani bu kadın evlenmiş çocuk doğurmuş diyemez insan o derece yani. Onunla tanıştığım bu süre zarfı içinde gerçekten kendisinden çok şey öğrendim. Benim için bir abla gibi bir insan. Bugün ilk kez doğum gününü kutlayacam ve bunu burada ölümsüzleştirmek istiyorum. Çünkü o dünyanın en tatlı en sevimli en harika insanı ve dünyanın tüm güzelliklerini hak eden bir insan. Onun gibi bir insanı tanımak dost arkadaş olmak abla kardeş gibi sevmek dünyanın en güzel şeylerinden biri. Hani bazı insanlar vardır ya ağzına sıçsa bile o senin kalbinde hep aynıdır ve hiç değişmez. Aslı da hayatımda tanıdığım ve sevip değer verdiğim benim için öyle olan insanlardan biri.

Doğum günü kutlu olsun ailenle eşinle çocuğunla birlikte nice mutlu yaşlara canım benim. Hayat sana her daim gülen yüzünü soluksuz göstersin ve o güzel yüzün hep gülsün inşallah. Çünkü sen tüm güzellikleri hak ediyorsun. Saygılar sevgiler canım… İyi ki varsın diyebileceğim nadir insanlardan birisin sen…

9 Ekim 2011 Pazar

Unutamayacagını Bile Bile. Unutmaya Çalışanlara...


Biliyor musun Senden ayrilali sakal biraktim Zamaninin akisina koyuverdim kendimi Gömleklerim kolali degil artik Pantolonum ütülü degil Ayakkabim boyali degil Öylesine degistim ki Görsen taniyamazsin Sabahlari gün dogarken kalkiyorum Ilk isim bir sigara yakmak oluyor Ve bir süre denizin hisirtisini dinliyorum Sonra, apansiz sen geliyorsun aklima Gözlerin, dudaklarin, ellerin geliyor Simdi nerdesin kimbilir Yataginda uyuyor olmalisin Artik beni görme rüyalarinda Korkarsin. Mevsim sonbahar malum ya Serde de kör olasi sairlik var Boyuna hüzünlü seyler düsünüyorum Agaçlarin yapraklari dökülmege basladi Keskin poyrazlar esiyor kuzeyden Kuslar durmadan göç ediyor Ara sira düsenler oluyor yorgun ya da yarali Tutup oksuyorum tüylerini, gagalarindan öpüyorum Ve diyorum ki Sana kavusmak için bir göçmen kus olmali Iste böyle Günler, haftalar geçip gidiveriyor Saçim, sakalim birbirine karisti Yine de her geçen gün Kendime biraz daha alisiyorum Ve biliyor musun Unutamayacagimi bile bile Seni unutmaya çalisiyorum... Ümit Yasar Oğuzcan

Öylesine Bilmem Kaç


İstediğim sadece bedenimin bedeninde huzur bulmasıydı...

Yağmurda Islanmak


Belki de yağmuru sevmemin tek sebebi çok göz yaşı dökmemdi. Her bir damlada kendimi bulurdum aslında. Camdan seyrederken yaktığım bir sigara ve çay eşliğinde. Cama vuran damlaların akmasını seyrederim hep, öyle süzüle süzüle her bir damlayla buluşarak akmalarını. Oysa ki ben hiçbir sevgilimle öyle birleşememiştim. Seyrederken aklıma hep bu gelirdi ve sonra bir nefes daha çekerdim sigaramdan. Dumanı içimde dolaşırken birden cama üflerdim. Buğulaşan cama saçma sapan şekiller çizer dururdum hatırladıkça eskileri. Geçmişte kalmak, eskileri hatırlamak sanırım hep bu yağmurun suçu. Çünkü suçu atabileceğim başka hiçbir şey yok.

Camdan insanları seyrederim, koşuşturmalarını şeker misali eriyecekmiş gibi kaçışmalarını. Sahi insan neden kaçar ki yağmurdan? Oysaki onun serinliği ve verdiği huzur başka neyde var ki ? Hele o ilk toprağa düşen yağmur damlalarının vermiş olduğu o eşsiz koku yok mu? İşte o koku hiçbir sevgilide yoktur. Belkide yanlıştır kıyaslamak sevgili ile yağmuru ama yağmurun verdiği huzuru insanlarda aramak ta bir o kadar yanlış değilmidir?

Kimi zaman da yağmurda yürürüm insanlar kaçışırken. Yağmurdan korkmak saçmalıktır. Islanmak doyasıya özgürleşmek onun kokusunu içine çekmek gibi bir duygu yoktur. Ben yağmuru seviyorum ıslanmayı seviyorum yağmur kokusunu seviyorum. Ben ıslanıp ağlamayı seviyorum. Belki o da beni seviyordur, ondan korkmadığım için üzerime düşüp beni ıslatabildiği için, ondan kaçmadığım için. Kim bilir belki o da beni seviyordur….

Üşüyorum


Sustuğum kadar konuşamadım sana
Ya sen izin vermedin yada parçalanan yüreğim
Gelmek istediğim kadar koşamadım sana
Ya sözlerin izin vermedi yada dizlerim
Sussam içim yanar konuşsam yüreğim
Gelsem dizlerim kanar gelmesem yüreğin susar

Bir morga düşer yürek denen et parçası
Oysa ki ne anlamlar yüklenir
Sahi seven yürekmidir yoksa beyin mi
Nedir nefes almak
Yaşamak için sana mı ihtiyaç duymak
Yoksa gözlerin yetermiydi
Morgun en soğuk kısmına verdiler beni
Üşüyorum!!!
Üşüdüğümde sen olurdun sevişirdik
Sevişirken ısıtırdık üşüyen yüreklerimizi
Islak dudakların da son bulurdu sancılar
Yakardın şimdi üşüttüğün gibi
Yanardım hiç yanmadığım gibi
Şimdi morgun en soğuk kısmına verdiler beni
Üşüyorum!!!
Ne ellerin var nede o ıslak dudakların
Ne bedenimi saran tenin nede gözlerin
Üşüyorum!!!
Hiç yanamadığım kadar çok üşüyorum hemde
Ne sen varsın nede beni ben yapan gözlerin

8 Ekim 2011 Cumartesi

Canım Sıkıldı Yazdım


Gidiyorsun ve şimdi bütün şehri sana benzetiyorum. Biliyorum baktığım hiçbir insan sen değilsin ama belki de bu şekilde avunduruyorum kalbimi. Yağmur yağmasını diliyorum her sokak başında attığım her bir adımda. Yağsın ki akan göz yaşlarımı daha rahat saklayabilim herkesten. Kimse bilmesin etmesin işte gittiğini. Kimse bilmesin bir can için yıkıldığımı.

Yürüdüğümde anlamasın diye kimse eğmek zorunda bırakmasın yüzümü yere tanrı. Belki biri geçecek yanımdan ve burnuma senin o kokun gelecek ve akıp gidecek bir yaş damla daha. Saklamaya gücüm yetmeyecek bu sefer her biri ardı ardına intihar edip duracak birer birer. Lanetler yağdıracam günahsız birine ve sırf senin o kokunu taşıdığı için. Günahlarıma bir günah daha ekleyecem.

Susup sadece yürüyecem yada belki de sessiz çığlıklar atıcam her bir adımda. Gözlerimden fışkıracak her bir çığlığım ve yüreğimdeki ses göz yaşlarımda boğulacak. Nefessiz kalıcam konuşamayacam işte. Sadece yürüyecem bilmediğim bir yere. Yorulana kadar dizlerimin bağı çözülene kadar durmadan devam edicem bu gidişe. Dinlenmeden gerekirse sürünerek ama yılmadan.

İnsanlardan kaçarsana yürüyüşlerim koşuşmalara dönecek belki de. Sırf bu şehirde olduğun için. Küfürler savuracam bu şehre bu insanlara. Günahsız insanların günahlarını alarak. Yüksek bir tepeye çıkıp bağıracam belki de ismini haykırarak. Çok sevdim diyecem ve sonra bir küfür savuracam ismine yıktıklarına. Belki de kendime!

Kızgınlığım geçtiğinde bir mezar daha kazıp yüreğimde ki mezarlığa seni o sonsuzluğa uğurlayacam. Sende artık yüreğimde ki isimsiz mezarlıklardan birine sahip olacaksın. Birkaç gün daha belki ismini anıcam. Belki bir çiçek daha bırakıcam. Ama elbet sende unutulacaksın sende çürüyüp gideceksin yüreğimde ki mezarlıkta.

3 Ekim 2011 Pazartesi

Oğlum Sen Küçükken Üstüme İşerdin


Ne hikmetse gerek annelerimiz gerekse çocukken bize bakmış yada bizi görmüş olan ablalar ve teyzelerimiz, uzun bir süre sonra gördükten sonra, bu üzün sere 15 – 20 yıl diyelim biz buna hep çocukmuşuz gibi davranırlar. Yani onların gözünde bir türlü büyüyemiyoruz.

Bu durum sanırım bize olan sevgilerinden kaynaklanıyor. Hadi annelerimiz neyse de bu komşu teyzeleri ve ablaları anlayamıyorum. Birde her gördüklerinde “aaa ne kadar da büyüdün? Küçükken hep üstüme işerdin şimdi koca delikanlı olmuşun yada genç kız olmuşun” Eee teyzecim büyüdük biz hani sende yaşlandın ya bizde o süre içinde büyüdük işte. Hani doğanın kanunu da bu yani büyümek zorundayız.

Ben en çokta çocukken bize “Sen büyü sana kızımı verecem” demelerine tav oluyorum. Çocukken kandırmak kolay tabi büyüyünce işler değişiyor. Belki ben senin kızına aşığım belki onu çok seviyorum niye sen benim hayallerimle oynuyorsun ki teyze. Belki ben yıllar sonra karşına çıkıp teyze ben kızını seviyorum diyecem. Tamam anlıyorum yağmasan da gürlüyorsun ama biraz da icraat olsa keşke.

Birde şu tip teyzeler var. Küçükken sana bakmıştır işte arada bir gelip senle ilgilenmiştir oynamıştır filan. Ama tabi sen çocuk olduğun için hatırlamazsın doğal olarak. Aradan yıllar geçer annemiz ona misafirliğe gider ve sen hiç görmemişindir hatırlamıyorsundur o kadını. Neyse telefon açarsın annene neredesin ne yapıyorsun diye. Anne cevap verir “-Ayşe teyzendeyim oğlum” “-Anne o kim?” Kadın dayanamaz ve hemen müdahale eder olaya. Sen bebekken ben gelir bakardım sana der ve sen öylece kalırsın. Yahu bebekmişin nereden hatırlayayım şimdi o kadını. Hani karşıma hiç tanımadığım bir kadın çıksa dese ki ben bebekken sana baktım gidip boynuna sarılacak değilim. Yani tanımamam çok normal. Sanırım o teyzeler bizi halen o yaşlarda sanıyor olabilir.

Komik durumlar bunlar, ve hani sonradan düşündüğünde gerçekten malzemesi bol konular bunlar. Ve işin tuhaf tarafı bu teyzeler hepimizin etrafında var. Bunlar sanırım bi tarikata üyeler ve bunlar git gide çoğalıp yayılıyorlar ülkenin her yerine. Şimdi size de sorsam var mı böyle bişey diye eminim ki var diyeceksiniz. Yine de Allah başımızdan eksik etmesin böyle teyzeleri. Yoksa nasıl gülecez ki ? Saygılar sevgiler….