25 Aralık 2011 Pazar

Çek Bir Siktir Herşeye Gül Geç


Bembeyaz bir sabaha uyanmıştı kadın. Ayrılığın ilk günüydü, akşamdan kalma boş şarap şişeleri ve içemediği, yarıda bıraktığı o son kadehle birlikte dolup taşmış kül tablasına karşı açtığı gözlerini, yeni güne merhaba demişti tüm umutsuzluğuna ve mutsuzluğuna rağmen. Nede olsa hayat bir şekilde devam ediyordu, etmeliydi de… Yoktu ayrılıkların bir çözümü yada sonu, birileri girip çıkacaktı. Kimileri derin bir yara bırakırken, kimileri ise gittiğiyle bir huzur bırakacaktı. Bu sefer ki daha başkaydı, hayat denen bu uzun ama bir o kadar kısa yolda bir yara daha almıştı. Bir ceset daha gömmeliydi yüreğine, gece yarısı yıkadı gözyaşlarıyla gömeceği cesedi yüreğinde ki musalla taşında. Zor olan gitmiş olması değildi aslında, gittikten sonra onu diğer cesetlerin arasına gömüp unutmak olacaktı. Bunu nasıl yapacağını bilmiyordu her zamanki gibi. Korkuyordu! Unutamamaktan, yalnızlıktan korkuyordu.

Uzaklaşmalıydı kısa bir süre herkezden her şeyden.. Çıkmayacaktı belki de bir süreliğine insan bozması kişilerin içine. Bir anı, bir etken olacaktı unutmak istediği kişiye dair. Bir parça bulacaktı, bir iz, kaybettiğinin bir parçasını bulacaktı başkalaşmış insanların arasında. Sahte gülümsemeler atacaktı belki de başkalarının içinde. Sonuçta hayat devam ediyordu, etmeliydi de. Bir zaman parçasıydı bu, kurtulamaya çalıştığı, nasıl her gecenin bir sabahı varsa, biliyordu o da bu gecenin bir sabahı olacağını. Daha ürkek olacaktı belki de, insanlara yaklaşırken değil üç, beş kere binlerce kez düşünecekti. Belki kurunun yanında yaşı da yakacaktı, hiç yakmadığı gibi. Ne bir güveni, ne de bir inancı kalmıştı bu zaman diliminde. Bir film senaryosu gibi aynı şeyleri tekrar tekrar yaşayıp duruyordu, farklı olan sadece başrolde ki aktörlerdi.

O da biliyordu geçeceğini, biteceğini, ama şuan için yapabileceği hiç bir şey yoktu. Bunları düşünüyordu yattığı yerden. Atmalıydı o ilk adımı, kararlı ve emin adımlarla bir tekme daha savurmalıydı bu maktul için. Bu sefer daha kararlıydı bu geceyi atlatmak için, alışmıştı artık gömdüklerine, bir yük olmaktan çıkmıştı ve geriye dönüp baktığında her biri sadece hayatından, yaşadıklarından çıkartacağı derslerin örnekleriydi.

Ayağa kalktığı gibi, o güneş gören camlarının perdelerini sonuna kadar açtı ve yüzündeki o tatlı tebessümle bu bembeyaz İstanbul sabahına bir merhaba diyerek, geride bıraktığı ve yüreğine gömdüğü cesetlere aldırış etmeden, hayatta sadece kendi mutluluğundan, kendi yüreğinden daha önemli hiçbir şey olmadığını, ama ne olursa olsun hayatın bir şekilde devam ettiğinin farkına varmıştı. Daha yeni gömdüğü cesedin geceden kalma delillerini bir çırpıda çöpe atarak o en sevdiği şarkıyla birlikte aldırış etmeden dans etmeye başladı. O da biliyordu yeni bir savaşa çıkacağını ve şimdiden yürek denen o mezarlığı hazırlıyordu gülücükleriyle. Olması gereken belki de buydu…


Hayat ne olursa olsun bir şekilde devam ediyor. Yaşadığımız onlarca belki de yüzlerce şeyden sonra o toparlanma evresinde her birimiz kendimizi bir çıkmazın içine sokup dururuz. Sanki yaşadığımız bu kötü günler yada kötü olaylar hiç bitmeyecekmiş gibi. Halbuki farkına varamadığımız şey ne olursa olsun kendimizi boş yere o karamsarlığın o gecenin ve o dört duvarın içine boşu boşuna ve bile bile kendimizi hapis etmek olduğudur. Eğer umutsuzluk yada üzüntü ile bazı şeyler geçecekse o zaman dünyada sorunlu hiçbir insan kalmazdı. Yaptığımız sadece bu kısa hayatta kendi hayatımızdan çaldığımız zamanlar, değerli anlar. Belki bazı şeyler elimizde olmuyor ama yaşadığımız nefes aldığımız her saniyenin kıymetini bilmek bizim boynumuzun borcu… Ne olursa olsun hayat yaşamaya değer ve mutlu olmak her birimizin hakkı, çünkü her gecenin bir sabahı, her zorluğun bir kolaylığı var… Hadi şimdi git ve o en sevdiğin müziği açarak dans et ve nefes aldığın her saniye için şükret…. Saygılar Sevgiler….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder