21 Eylül 2011 Çarşamba

Bazen Sen Olurum Ben


Ben kuş olurum bazen uçarım uçabildiğince semalarda
Bazen bir yılan sürünebildiğince sürünen
Bazen de bir böcek saklanabildikçe saklanan
Ben bazen değişirim değişmediğim kadar
Ama çok severim
Sevdiğimde yeri göğü inleterek severim
Haykırırım kimi zaman
Kimi zaman da susarım sessiz çığlıklarım da
Bazen hayvan olurum bazen de insan
Bazen de nabza göre şerbet veririm
Kimine helal kiminin ise boğazında kalan

Bazen sen olurum ben
Senin hiç senmişin gibi olmadığın kadar
Yer değiştiririm öylece
Uydurmuşlar bir empati ama yalan o bakma sen
Bazen gülerim işte hiç gülmediğim kadar
Gözlerim alabildiğince parlak
Umutlarım unutulmayacak kadar umut
Bazen de ağlarım ben
Toprağa su verir gibi
Hani o en güzel çiçeklerin yetişmesi gibi sular dururum
Bazen yüreğine bazense yüreğime

Bazen giderim ben
Aynı kaldığım gibi
Kaldığımda gidemem belki ama gittiğimde kalırım
Bazen gönlüm kalır bazense düşlerim
Ama giderim ben tüm kalanlara rağmen
Bazen sende gidersin beni de alırsın
Ne ben bende kalırım ne sen sende
Bazen de ölürüz
Ölmediğimiz kadar yaşayarak
Bazen de yaşarız işte
Gittiğinde yaşayabilecek kadar

Yaşadığımda gelme öldüğümde gelmediğin gibi
Bir dua oku sadece
Köpeğin duası kabul olabildiğince olduğu kadar
Yada bir çiçekle gel
Ben sularım göz yaşlarımla
Senin hiç akıtmadığın ne olduğunu bilmediğin göz yaşlarımla

Bir Adım Daha Kaldı


Durdum öyle bir adım kala o denize. Hani bir adım atsam o soğuk suların içinde olacam. Çizginin tam ortasında kalıverdim. Hani yaşamla ölüm arası bir çizgi bu. Her şey benim elimde ya ölmek ya kalmak. Martılara baktım öyle, vapurun arkasından bir simit için uçuşup duruyorlardı. Hepsi bir yarış içerisinde çığlıklar arasında. Gülümsedim, bir tebessüm ettim öylece boş boş. Aynı insanlar gibiydi her biri, hepimiz gibi bir yarış içinde.

Soluma baktım öylece, o ihtişamlı köprüye. Anadolu ile avrupayı birbirine bağlayan o kemere. İnsanlar gibiydi aynı. Arada bir köprü yokmudur zaten her insanın insanlarla kurduğu kimi zaman gözüken kimi zaman gözükmeyen. Üstünden arabalar geçiyordu. Beyazın ve kırmızının en güzel olduğu ve parladığı saatlerde. Ona da bir tebessüm savurdum öylece onlarda bir yarış bir kovalamaca halinde gidiyorlardı öylece. Martılar gibi onlar da bir kovalamanın içinde. Kimi evinde ki çocuklarına kimi ise belki de bir halı saha maçına yetişme çabası. Belki de biri sevdiğine doğru yol alıyordu.

Birden kafamı aşağıya eğip ayağımın dibinde yüzen balıklara ilişti gözüm. Denizde ki birkaç lokma ekmek parçasından ürkek ürkek bir ısırık alıp karınlarını doyurmaya çalışıyordular. Onları da insanlara benzettim bir tebessüm atarak. Bazılarımız öyle değilmiyiz zaten. Birbirimize ürkek yaklaşımlar, güvensizlikler. Yani aslında hepimiz aynı değilmiyiz. Sadece türlerimiz farklı işte.

Ben o çizgideydim halen. Biraz deniz kokusu, biraz uçuşan martılar, birazda işte insanların koşuşturması. Varılmak istenen onca şey. Kimi zaman ayaklar altına alınan bizler. Farkında olmadan çiğnediğimiz o kadar çok şey var ki. Bazen çiğnediklerimiz hep farkında olduklarımız da olabiliyor. Aslında her birimiz katiliz. Öldürdüklerimizi yüreğimizde ki mezarlıklara gömen katiller. Ortada faili meçhul bıraktığımız cinayetlerin katiliyiz bizler.

O çizgide kalıp insanları hayvanları doğayı seyretmek hoş güzel de, amaçlar yapılanlar üzücü. Şimdi insan olmak mı yoksa bir hayvan olmak mı asıl mesele. Yoksa bir adım atıp sonsuzluğu yaşamak mı. Yada bir tebessüm atıp gülüp geçmek mi…. Saygılar sevgiler…

17 Eylül 2011 Cumartesi

Şapşal Çocuk


Çocuklukta yaptığımız şeyleri şimdilerde düşündüğümüz de ne kadar saf ve temiz olduğumuzu daha iyi anlayabiliyor insan. Yüzümüzde ufak tebessümler bıraktığını tabiki hepimiz biliyoruz. Sanırım bu yüzden keşke hep çocuk kalsak sözü sürekli dilimizde geveleyip duruyoruz. Keşke bir ihtimal olsada dönebilsek o saf ve temiz günlere.

Çocuklukla ilgili birkaç hikayem var. Bunları sevdiğim bir insanla paylaştım sadece, özel şeylerdi ama onunda bunları yazmamı istediğinden ve kıramayacağım bir insan olduğundan dolayı paylaşmaya karar verdim. Evet bende kabul ediyorum biraz salakça durumlar ama bana komik gelen şeyler. He bu arada o insanın ismini tabiki vermeyecem ama şunu bilin yeter, çok değerli ve çok kıymetli bir insan o benim için. Çok seviyorum onu…

Ortaokul zamanlarıydı, o zamanlar hani her ne kadar fırlama bir çocukta olsam aslında sessiz sakin bir kişiliğim vardı. Öyle çok şey bilmez etmezdim. Kulaktan dolma laflarla uygulamadığım ama uygulamış gibi yaptığım şeyler. Erkek muhabbetlerini sizde tahmin edersiniz o dönemlerde ya futbol yada cinselliktir. Çok samimi 4-5 arkadaşla sohbet ederken konu mastürbasyona geldi, nasıl geldi orasını hatırlamıyorum. O zamanlar daha mastürbasyonun ne olduğunu bile bilmiyorum. Zaten kendi aramızda konuştuğumuzda o olaya mastürbasyon değil 31 çekmek olarak lanse ediyorduk argoca. Ben 31in 31 kere yapılan bir şey olduğunu sanıyordum. Çok safmışım ya. Neyse konu mastürbasyondan açıldığında boşalmaya geldi. Düşünsenize 5 tane ergen bir araya gelmiş ve hani çokta fazla bir şey beklememek lazım. Kalkıpta siyaset konuşacak halimiz yok. Arkadaşlardan biri ben boşaldığımda yarım çay bardak doluyor dedi, öteki eliyle işaret ederek ben dedi boşaldığımda bu kadar geliyor falan filan. Tabi ben oradan mal mal onları seyrediyorum saf saf. Hani konuyla yakından uzaktan bir alakam yok ve olaya tamamen yabancıyım hayatımda hiç öyle bir şey yapmamışım. Öteki arkadaş başladı bu sefer, ben dedi bir çay bardağı boşalıyorum. Evet sıra bana gelmişti. Kısık bir ses tonuyla hani birazda korku var çünkü sonuçta yalan konuşacaktım ve cinselliğin c si ile yakından uzaktan bir alakam yok. Ben dedim elimle işaret eder bu kadar boşalıyorum. Ama hani başka bir şey sorsalar konuyla ilgili öyle aptal aptal bakacam.

Akşam eve gittiğimde hemen duşa girdim. Yani o olay beni meraklandırmış ve ilgimi çekmişti ki ilk kez yapacağım bir şeydi. Kulaktan da dolma şeylerle 31 e kadar saymaya başladım. Tabi fazla ayrıntıya girmeyecem. 31 e geldiğim de hiçbir şey olmamıştı, durumu anlamaya çalışıyordum. İkinci 31 e başladım tabi içimden de sayıyorum hani eksik yada fazla olmasın diye. Sanırım o gün hayatımda ilk defa o kadar çok sayı saymışımdır.

En sonunda muradıma ermiştim o kadar çok saydıktan sonra. Tabi ilk deneyim ilk kez olan bir şey ve hoşumada gitmişti. Hani yaptıkça yapası geliyordu insanın. O gün duştan çıkmak bilmemiştim. Zorla banyoya sokan annem banyodan çıkartamıyordu beni. Tabi bu olayı gerçekleştirmenin vermiş olduğu güvenle ertesi gün okula gittiğimde direk olaya daldım. Oğlum dedim sizinde yaptığınız bir şey mi ben dün akşam 2 çay bardağı boşaldım diyerek ve şaşkın bakışlar içerisinde göğsümü gere gere dolaşmaya başlamıştım o gün.

Şimdi düşündüğümde bu durumu ne salakmışım diyebiliyorum. Komik ama aynı zamanda salakça bir durum. Hani övünecek bir şey değil ama çocukluk işte. Erkeğiz sonuçta genelde çükümüzle ve performansımızla övünen yaratıklarız.

Diğer bir hikayem ise, bu biraz daha masum ve salakça bir durum. Sarıyer de oturduğumuz dönemlerde tabi o zamanlar yaşım baya ufak ilk okula gidiyormuyum gitmiyormuyum hatırlamıyorum. Sarıyer merkeze inmem yasaktı. Ama tabi fırlamalık ve çocukluk depreşmeleri olduğu için ve arkadaşlarımın da kanıma girmesinden dolayı o yasağı çiğnemiştim. Önce sahile gidilip balık tutulacak, arkadaşın babasının çalıştığı yere gidilip kola meyve suyu içilecek ve en son biraz gezip eve dönülecekti. Babamdan tırstığım için içimde her an yakalanma duygusu vardı. Zaten babamı tanımayan da yoktur Sarıyer de.

Biz bütün yapacaklarımızı tamamladıktan sonra evin yolunu tutmuştuk. O an babama yakalanmadığım için bir sevinç vardı içimde ama sanırım erken sevinmiştim. Çünkü kafamı kaldırdığımda babamın bana doğru yürüdüğünü fakat beni fark etmediğini görmüştüm. Tabi ben o an tutuşmuştum. Karşıya geçmeye çalışsam görecek arkamı dönüp gitsem görecek yani ne yapacağımı pekte bilmiyordum. Babam yanında bir arkadaşıyla sohbet ederek yaklaşmaya devam ediyordu. Bende bi anlık refleksle yüzümü şekilden şekle sokup hani nasıl desem yüzü gözü kaymış hani bir maske takarsın gibilerinde ağzımı burnumu yamultarak yanından öyle ce geçtim. Babam beni görmemişti. Benim düşündüğüm ise gördü ama tanıyamadı olmuştu. Dönüp arkadaşlara tamamdır bundan sonra hergün gideriz Sarıyer e taktiğim buldum diye salakça bir sevinç oluşmuştu bende. Yırtmıştım sonunda.

Ertesi gün yine biz Sarıyer e kaçmıştık. Benim taktik belliydi babamı gördüğümde yüzümün şeklini değiştirip yanından bir başkası gibi gidecektim. Neyse yine gezerken ben yine salakça babama denk gelmiştim. Bende ki taktiği uygulayıp yanından öylece geçmeyi planlıyordum. Ama geçemedim bu sefer. Babam beni o şekilde görünce yanıma gelerek –Oğlum senin ağzına burnuna ne oldu ? diye bir soru sorunca –Hiç bişey baba diyerek kendimi toparladım. Sonra mı ? Akşam eve gldiğinde güzel bir sopa yemiştim. Aslında sadece kendimi kandırıyordum o zamanlar. Dayağı yiğince birdaha inmemiştim Sarıyer e…

Son anım ise. Yine çocuğum tabi okula gidip gitmediğimi pek hatırlamıyorum. Kız kardeşim olduğu için arkadaşları sürekli bize gelirdi. Nasıl oluyordu neden oluyordu anlamıyordum ama ne zaman arkadaşları gelse masanın altına geçip öpüşüyorduk. Hani daha çocuğuz da öpüşmenin ne olduğunu da bilmiyoruz. Ama öpüşüyorduk.

İçlerinde bir kız vardı adını şimdi vermim. Bu manyak iyi dadanmıştı eve hemen hemen her gün bizim evdeydi. Bende ondan kaçar dururdum. Şimdiki aklım olsa kaçmazdım ya neyse. Bir gün yine bize geldi ve masanın altına geçip beni çağırmaya başladı. Ben istemediğimden dolayı dışarı kaçtım. Buda benim peşimden dışarıya. Ben nereye gidiyorsam o da kuyruk gibi peşimde dolaşıyordu. Neyse sonunda beni tenhada kıstırmıştı artık. Ben o an ağlamaya başladım ve annemin yanına gidip durumu anlatmıştım. Annem de ikimizi kızın evine götürüp annesine durumu anlatmıştı. O an babasıda evdeydi. Durum anlatıldıktan sonra orada öyle bir dayak yedik ki ikimizde değil yan yana gelmek gördüğümüzde birbirimizden kaçar olduk. Hayır anlamadığım şey şuydu. Öpmek isteyen kızı bana saldıran kızı dayak yiğen niye ben. Halen anlamış değilim.

Çocukluk işte daha bir sürü saçma sapan salakça hikaye var ama. Çocuklukta yaptığımız yüzlerce güzel şey var ki. Şimdiki çocukların sanırım bizim yaşadığımız gibi bir çocukluk yaşayacağını hiç tahmin etmiyorum. Sanırım hiç biri o kasetle kalem ilişkisini bilmeyecekler anlamayacaklar. Evet keşke hiç büyümeseydik ve keşke hep çocuk kalsaydık. Büyümekle yine çocukluk ettik işte…. Saygılar sevgiler…

16 Eylül 2011 Cuma

Kalp Temiz Düşünceler Pis


Aylardır belki de hiç dışarı çıkmadım. Bu dört duvar arasında sıkışıp kaldım günlerce. İnsan yüzü görmeyeli uzun zaman olmuştu. Tükettiğim sigaraların boş paketlerini bile atmamıştım. Aklımca onları sayıyordum. Yalnızlığımın belki de tek kanıtıydı onlar. Sorsan çok sosyal bir insan gibi gözüküyorum kimi zaman. Kimi kandırıyorum ? Yada kimi kandırmaya çalışıyorum ? Kendimi mi yoksa etrafımdaki insanları mı ?

Kırık dökük bir bilgisayarda, kırık dökük hayatımı yazmaya bile cesareti olmayan bir varlığım aslında. Belkide işe yaramayan boş boş nefes tüketen biri. Sahi ne işe yarıyordum ben ? Yada bu dünyada ki amacım veya görevim neydi benim. Dünyaya gelmemizin elbette bir sebebi var. Benim ki neydi o zaman? Bunun cevabını ben bilemedikten sonra kim söyleyebilirdi bana kim diyebilirdi? Sorularıma kim yanıt verebilirdi? Benim bile bulmakta zorlandığım cevapları kimden isteyebilirdim ki?

Yanıtlanmamış cevaplar insanın her zaman kendisinde, kendisinin bulması gereken ve bulabileceği sorulara maruz kalması, kendisi ile hesaplaşmasını gerektiren bir durumdur. Hangimiz kendimize zaman ayırıp bu cevabı zor olan soruları sorabiliyoruz? Gücümüz yetiyor mu sorulan soruları cevaplamayı? Aslında düşündüğümüzde kendimizle ilgili sormayı unuttuğumuz ve sormaktan korktuğumuz onlarca soru var ki. Cevaplarını sadece bizim bildiğimiz ve o cevapları verirken bile samimi davranmadığımız, dürüst davranmadığımız onlarca soru. O sorularda bile kimi zaman sahtekarlaşabiliyoruz. Terazinin bizde olan kısmına ufak bir parmak hareketi ile bir dokunuş yapıp kendimizi haklıymış gibi çıkarabiliyoruz. Çuvaldızı karşımızdakine batırırken kendimize sadece bir kibrit çöpüyle ufak bir dokunuş yapabiliyoruz. İğne bile kalmadı maalesef. İğneyi bile kendimize batırmaya gücümüz yok.

Haksız olduğumuzu bilsek bile çoğu zaman haklıymış gibi, aynı bir zeytin yağı su ilişkinde olduğu gibi kendimizi hep zeytin yağı olarak görüp üste çıkmaya çalışırız. Kabullenmek sanırım insan doğasında yok. Hapishanelere baktığımızda %90’nı hatta %99’u hep masum ve suçsuzdur. Kader mahkumları sanırım o %1 lik kısmı oluşturuyor. Kader mahkumu ne demek bilmiyorum ya neyse.

Kibirlerimizden, iki yüzlülükten, fırsatçılıktan, yalandan ve bencillikten kurtulmadığımız sürece hep bir maskenin arkasından dünyaya bakmak zorunda kalacaz. Saklandığımız o maskenin ardında hayatımızı sürdürüp aslında ben çok iyi bir insanım yalanının ve sahtekarlığının ardında çürüyüp gidecez. Ama benim kalbim temiz diyen aslında kalbi temiz olup düşünceleri pis olan insanlar oldukçada bu çark böyle sürüp gidecek.



NOT: Şuan saat 07:11 ve ben bu yazıyı neden yazdım bilmiyorum.Yatakta olmam gereken saatte ayakta ne işim olduğunu da bilmiyorum. Kısacası ben hiç bir şey bilmiyorum. Aslında zaten ben şuan uyuyorum ve bu yazıyı da rüyamda yazdım. Evet evet öyle oldu çaktırmayın. O değil işin yoksa bide başlıkla resim bul buna. Bu arada blogumun tasarımını da değiştirdim beğenirsiniz inşallah. Öyleyse hadi ben yattım görüşmek üzere sevgiler saygılar…


15 Eylül 2011 Perşembe

Olmam Gereken Yerde Değilim Ama Pişman da Değilim


Olmam gereken yerde değilim. Ama pişman da değilim...

Nerede olmam gerekiyordu ki şuan ? Bazen ani kararlar verebiliyoruz. Sert ve dönüşü olmayan Hani inceldiği yerden kopsun dediğimiz kararlar. Bazen öfke ile sinir ile alınan kararlarımız da yok değil hani. Ne kadar haklıyız yada ne kadar yanlış yapıyoruz? Kimine göre yanlış kimine göre doğru. Benim yanlışım kimine göre doğru, bazen benim doğrum kimine göre yanlış. Sonuçta hissettiğimiz şey, inandığımız şey değilmidir doğru olan.

Öfke ile kalkan zararla oturur demişler. Doğru da demişler. Ama bu bir öfke değil bu bir kırgınlık. İnsan ne yaparsa yapsın kırgınlığının, hissettiği gururun önüne geçemiyor işte. Ağızdan çıkan iki kelimenin bir çok köprüyü yıktığının farkına varsa da dönülmüyor işte geri. Dilin kemiği yok ki zaten, söylenen söz bazen bir mermiden daha can yakıcı daha can alıcıdır. Sözler kurşun insansa bir silah misali.

Olmam gereken yerde değilim, ama pişmanda değilim…

Bu İki Satır Özetleyecek Yalnızlığı


Durulacak su
Bir yetim anne neden buradayım ben diye bağırken ölecek
Kim koydu bu piçi tam da hikayenin en şehvetli yerine diye soracak mutlular!
Mutlular bacak aralarından tüy aldıracaklar başka bir yetime
Omuzlarını sıktıracaklar
Gözlerindeki çapağı temizletecekler
Kimse ne olduğunu sormayacak
Kimse neden böyle olduğunu önemsemeyecek
Kimse kimsenin ne yaptığıyla ilgilenmeyecek
Herkes kimse olduğunu bilerek,
Bu bilgiyi kabul ederek devam edecek zor bela bir adım daha atmaya
Kıymıklar aynı gece en jantisinden hayaller batıracak yatak odasındaki adamın burnuna, kulaklarına, gözlerine
O an yüksek volt ağrılar deşecek gülümsemeleri
Tanrının varlığını kabul etmiş
Kendini inkar eden insan kan değil su kusacak
Ve diyecek ki
Sana kendimi getirdim al onu benden, adımı
Kan değil, yalnızca sudan izler bulunacak gecenin sabahında
Ejnebi diyecekler
Ejnebi bir ruhtu o siktirdi gitti
Bir kaç tutanakla, tutuşacak yazılar
Sanacaklar ki, iki satır özetleyecek bu koca yalnızlığı

Sen Kimsin ki ?


Sevgilim, sana bu notu bir psikiyatri koğuşunun iyi kilitli odalarından birinden yazmıyorum. Bu notu diye başlayan bu notu da yazmıyorum aslında. Anlatmak istemiyorum. Ben sana yazmıyorum. Hem sen kimsin ki sana yazayım. Yazlık bir güneşin cilt yakan, terleten sıcağında, bir kaç damla soğuk kadar vücuduma dokundun, hepsi bu. Sana yazmıyorum şuan, yazsaydım eğer bilirdim...

13 Eylül 2011 Salı

Ve Sonra Fark Ediyorsun


Burası yaşadığım yer.
Saatin kaç olduğunu biliyorum.
Hâlâ kendimdeyim.
Az önce sehpanın ayağını kımıldattım.
Dengesi bozulan bir nesnenin dahi tepkisi var!
Hiçte tuhaf değil yaşam.
Gözle görülür bir akış içindeyiz.
Her şey sürekli hareket halinde!
Saat, ayaklarımız, midemiz, kalbimiz!
Artık bilsen de hiçbir şey değişmeyecek ama, yine de söylüyorum,
"Bazı geceler uyku bile durduramıyor ruhumdaki ağrıyı!"
Sen içimdeki susmuş bütün duygulara bir maestro gibi "hadi" dedin!
"Hadi"
Öyle coşkulu, süratli...
"Hadi" dedin!
"Benimle gel, kat bana kendini, yürü benimle, seninim, hadi"
Öyle net bir sesti ki bu,
Beni sen yapan, güçlü, inanılası...
Sana geldim o gün, bütün beni yanıma alarak...
Orada durdum.
Bekledim.
Sevdim senin yanındaki beni,
Seni sevdim!
Ve bir süre sonra sonsuza dek susacağının emaresi sözler çıktı iki dudağının arasından...
"Bitti, gidiyorum"
Bunlar olduğunda, olduğunu fark edemiyorsun o an.
Bir şeyler dökülüyor başından aşağıya.
Bir şeyler üstüne yürüyor, karnına yumruk atıyor.
Sonra düşünmeye başlıyorsun.
Bir süre anlamadığın halde hiçbir şeyi, anlamak gayretiyle, sadece anlamaya çalışıyorsun.
Zaman geçiyor üstünden,
Kaçıncı düzüşü seni gecenin bilmeden! öylece yaşıyorsun...
Ve sonra fark ediyorsun;
Her şey birbirinin aynısı.
Her şey aslında, o son cümlenin ayaklarının bastığı yerde kalan şey!
Yani her şey aslında hiçbir şey!
Tıpkı hasta olup sonrasında iyileşmek gibi.
Tıpkı hasta olup, bazen iyileşemeyip, hastalığın kronikleşmesi gibi...
Tıpkı hasta olup, bazen iyileşemeyip ölünmesi gibi.

Sarhoş Olsam Uçabilir miydim?


İçelim sarhoş olalım, sonra tekrar içelim tekrar sarhoş olalım. Ayılmamıza fırsat bırakmasın uçan kuşlar. Kuşlar uçup gitsinler artık. Havalar soğumaya başladı. Üşümesinler, sen niye kalıyorsun diye sormasınlar. Sarhoş adama soru sorulmaz, yapışıverir dudağına. Sonra birden ağlamaya başlar. Hiç çekilmez sarhoş adam. Adam öldürse ben öldürmedim der. Sen öldürdün bile der. Sen kimsin demeden seni tanır sarhoş adam. Yürüyemez mi sarhoş adam. Gel gir koluma, gel sarıl bana. Sarhoş değilim ben, aklım başımda. Hoşuma gidiyorsun sen benim. Ellerin güzel. Kuşların gitmesine hüzünlenmiyorum. Hayır hayır aklım başımda. Aklım başımda diye söylediğim herşeyin sebebini arama bende. Sarhoş olmayan adam sebepsiz yere konuşmaz diye bir şey yok. Konuşur sarhoş olmayan adam da. Sarhoş taklidi yapar sarhoş olmayan adam. Ama ben yapmıyorum. Sarhoş değilim. İçmiyorum. Ben üşümem. Kuşlar çabuk olsunlar. Seni de üşütmem. Geçme kuşların önüne. Yol ver onlar gitsinler. Sarılamayız onlara. Çırpıverirler kanatlarını. Uçuverirler. Ben uçamaz mıyım? Sarhoş olsam uçabilir miydim? Güzelim...

Ölüm Gibidir Ayrılık Ölüm Gibi O Yüzden Bekleme Gidenleri Ölüler Dirilmez


Böl bir daha tam ortasından kalbimi
Ve git
Ne de olsa alışkınsın beni eksik bırakmaya
Kaçmayı bilmez ruhum, bekler
Yeri ve mekanı hiç olmadı
Bir kalpte tam işgali de
Yarım yamalak sevdaların adamıyım ben
Acının esiridir ruhum, tutsaktır
Müsaittir her sevdanın içinde kendini bir iple
Bir kutu ilaçla yok etmeye çabalamaya
Peşinden bakmanın yarattığı his tanıdıktır
Sonra ağlamak, bira şişelerinin içinde bir insan yaratmak
Bunlar hep aynıdır ki, aynı acıyı verir vücuduma
Bak, elimde bir kibrit kutusu
Çöplerinden benzetme yapıyorum
Her biri bir insan, bir kalp oluyor
Bir tanesini alıyorum, yakıyorum
Diğerlerinin üzerine bırakıyorum
Hepsi yanıyor, kül oluyor
Ruhum biliyorum bu sevdalar organize
Kaçarsan, sığınabilirsen bir başka ruhun içine kurtulursun
Yok kaçamazsan, bir bir gelirler kapına eski esaretler
Sorgularlar seni sabahlara kadar
Saçma bir özlemek olur hayali yüzler
Hangisiydi dersin en çok acıyı bırakan
Hepsinin bileşkesi olur cevabı
Kansız olur hezeyanlar
Psikiyatrik inceleme ister başından sonuna bu nöbetler
Bilmezsin ki eksik yanını
Devam etmeye çalışırsın gündelik yaşantına
Tok çıkar sesin tanıdık, tanımadık herkese
Sonra olur olmaz sinir yapar, ottan boktan sebepler
İncelenmesi gerekir bu durumun ve tedavi edilmesi
Bilmezsin
Alkol olur ilacın
Dozunu tutturamazsan soluğu hastanede alırsın
Başından sonuna dipsizliktir gidip de geri dönmeyenler
Ölüm denilmiştir çoğu kez, çok kişi tarafından aynı duruma
Kötü, hatta biraz daha ötesinde berbat…
Aciz bırakır insanı
Tek tek yolunduğunu hissedersin tüylerinin
Yaşlılık dem vurur zannedersin daha çok genç olan bedenine
Kaygısız kalamazsın da, sorumsuzluk olur her şeyinin içinde
Çok soru sorarsın, cevapsız kalırsın
Türkçe veya başka lisanda tanımlanmamıştır bu acı
Merkezi aşk yerleştirmesi, peşinden gelen acil servis travmaları
Serumlu, serumsuz, bazen sohbetli tedaviler alt etmez ya bu hastalığı
Kadınlarda ararsın acının tedavisini
Atarsın kendini hiç tanımadığın vücutların yumuşaklığına
Aşkı ararsın akşamdan sabaha
Tende değildir oysaki sorun
Bedenin bir başka vücudun içine boşalmasıyla kapanmaz bu yaralar
Bunu bilirsin
Ölüm gibidir ayrılık. Ölüm gibi. O yüzden bekleme gidenleri, ölüler dirilmez

11 Eylül 2011 Pazar

Sıkıldım Yazdım İşte


Ne yazayım ne yazayım bende bilmiyorum açıkçası. Sorsan kalemim kuvvetli derler. Ben buna pek inanmıyorum kimi zaman sallıyorum işte kimi zaman aklıma ne gelirse yazıyorum, kimi zaman da işte kendimi başkalarının yerine koyuyorum. Çıkıyor işte bir şeyler Allah ne verdiyse. Bu aralar canım sıkkın olduğundan kısaca bir dost sandığım insandan kazık yiğince biraz bunalıma girdim. Aslında kızdığım kazık yemek değil yada üzüldüğüm şey. Benim ona inanmış ve kanmış olmamdı. Neyse işte bu yüzden kafa bir milyon He bir de kız kardeşim evleniyor onunda biraz stresi var. Sanırım bu durum böyle birkaç hafta daha sürecek, en azından ben öyle umut ediyorum. Çoğu yazdığım yazılarda aklımda bir şey olmuyor. Sayfayı açıyorum öyle bir beş dakika mal mal bakıyorum sonra başlıyorum yazmaya o an içimden ne geçiyorsa. Öyle büyütülecek bir durum yok açıkçası. Sadece işte o anki durumda aklıma ne geliyorsa o yazdıklarım. Bazen komik şeyler bazense işte duygusal. Öyle siyasetmiş dinmiş pek bir malzemem yok. Sanırım bir defa yazmıştım dinle ilgili biraz tiye alıp. Ondan başkada yok zaten.

Birde böyle duygusal bir şeyler yazdığımda “ aaa cute aşıkmısın ? kim yaktı canını? “ diye cins cins sorular geliyor ya çok tav oluyorum onlara. Sanene a.q. aşığım yada değilim. Beğeniyorsan oku, beğenmiyorsan okuma. Ne yapacaksın ben aşıksam yada değilsem. Aşıksam zaten gider sevgilime haykırırım yada söylerim. İşte yalnız olunca böyle dile vuruyor bazen yazıyorum. Sen beni boşver ilgilenme oku okumak istiyorsan. He bir şeyler anlıyorsan da ne ala sana. Anlamıyorsan da zaten senin sorunun.. Ben yazarım bırakırım oradan ne alıyorsan senindir. Alamadığın boşlukta zaten kaybolur gider. Beni pek ilgilendirmiyor o durum. He beğeniyorsan da tamam sevinirim mutlu olurum ama beğenmiyorsan yapabileceğim pek bir şey yok çünkü elimdeki malzeme bu yani.

Belki şunu da diyebilirsiniz. “ Kendini beğenmiş” diye. Alakası yok yani kendini beğenmişlikle. Gerçi kendim sordum kendim cevaplıyorum ama ne bilim aklıma geldi işte yazıyorum. Kendini beğenmişlikle bir alakası yok çünkü olması gereken bu.. Ben bu saatten sonra kişiye göre yazamam zaten bazı şeyleri. Birileri beğenecektir birileri beğenmeyecektir benim çokta yapabileceğim bir şey yok. Zaten ben yazılarımı birileri ne der diye yazmıyorum zaten. Tamam bazen abartıyorum eşeğin amına su kaçırıyorum ama o anlık durumla söz konusu bir şey bu. Ben zaten yazdıktan sonra dönüp tekrar okumuyorum ne yazmışım diye. Çok nadirdir okuduğum yazılarım.

Yazmak güzel şey en azından bana göre. Hiç okumayan bir insan olarak yazmayı sevmek artık nasıl bir ilişki anlamasam da kendi çapımda yazıp eğleniyorum işte. Hee bunları niye yazıyorum bende bilmiyorum. Ne bilim yaaa sıkılıyorum belki ondandır durum. Yada sadece zaman lazım bir şeyler için. Ama söylim çokta gözünüzde büyütmeyin hiçbir şeyi. Gözünüzde büyüttükleriniz kim olursa olsun bir gün aynı derece de büyüttüğünüz kadar yük olup size geri döner. Saygılar Sevgiler….

9 Eylül 2011 Cuma

Friendfeed'e Nasıl Geldim ?


Friendfeede nasıl geldim ben ? Bugün bunu yazayım dedim dünden beri aklımda olan bir şeydi. Aslında her şey 2,5 sene önce başlamıştı. Bu girişte sanki korku filmi gibi oldu. Neyse, biz bir kaç arkadaş Antoloji diye bir sitede kendi çapımızda takılan insanlardık. Orada Kürsü Senin diye bir sayfada öyle eğleniyorduk hep beraber. Bulunduğumuz ortamda çok kürt olduğu için, sizinde tahmin edebileceğiniz üzere siyasi konuşmalar hakaretler olmuyor değildi. Gerek terör yanlısı gerekse Atatürk e hakaret edenler, yani anlayacağınız her telden insan orada da vardı. Bir gün yine bu dallamalar Atatürk alehinde bazı sözler sarf edince bizde dayanamayıp ayaklanma yaptık. Bilal denen sayfa sorumlusu dilim dönmüyor şimdi madatör mü meditörmü her ne boksa onunla tartışıp neden engellemiyorsun vs. diye tartışmalar içine girince oradan atıldık.

Atıldıktan sonra bir çoğunuzun da tanıdığı Bahar bizi ff ye çağırdı. Böyle bir yer var burada yine eski sohbetimizi yaparız ederiz diye. Kürsü Senin grubunu kurduktan sonra orada takılmaya başladık. İlk etapta köyden indim şehre durumu olsa da zamanla alıştık işte. O değil daha ana feedin ne olduğunu dahi bilmiyorduk. DM neymiş işte bilmem ne ne imiş hiç bir şeyden haberimiz yok. Hani sosyal medya ile tanışan masum köylü durumu oldu. Burada tanıdığım çok değerli ve real hayatımda da görüştüğüm bir çok insan var. Bazen nefret etsem de seviyorum aslında. Amaç sadece şiirlerimi paylaşıp iki sohbet etmek oldukça zaten bir sorun yok. Ama ne hikmetse son zamanlarda hergün bir dallama çıkıyor maalesef. Neyse işin özeti bir başka yerden kovulup buraya geldim ve burada çok sevdiğim insanlarla sohbet etmek beni mutlu ediyor. Yani köyden indim şehre durumundan sonra o şehrin hani tabiri cahizse kaşarı oldum da denilebilir. Birde kendimi fazla kaptırmasam daha güzel olacak ya neyse. Saygılar sevgiler

4 Eylül 2011 Pazar

Annem Araya Girince Böyle Oldu


Aslında bu aralar pek iyi rüyalar gördüğüm söylenemez. Bu sabah güzel bir rüyanın en heyecanlı yerinde o karganın sesiyle uyanmak ve tekrar uyumaya çalışmak, yatakta bir sağ sol yapmak zorunda kalmak bir karga yüzünden hiçte hoş olmadı bu sabah. Birde mahalle çocuklarının sesi. Tamam çocukları severim de uyurken ses çıkarmasalar yahu. Hele o karga neden o kadar çok ötüyordu onu halen anlamış değilim. Çiftleşme dönemimi ne anlamadım ki.

Tekrardan uyumaya çalışsam da maalesef beceremedim tabi sonuç olarak. He bir de rüya piç olup gitti. Rüya neydi diye sormayın bana kalsın o. İşin özeti sabah karga ve çocuk sesleriyle uyandım işte. Uykuyu severim tabi uyuyabildiğim sürece.

O değil de ben bu yazıyı niye yazdım bilmiyorum. Sıradan bir gün işte uyuyamadığım rüyanın yarım kaldığı bir gün sinirlide değilim. Saçma sapan bişeyler yazıpla yazmamak arasında kaldığım bir an diyecekken annem geldi. Ya konuşuyor sürekli ne yazacağımı da unutturdu bu kadın yahu. Sigaradan konuşuyoruz şuan. Günde 3 defa içecekmişim sabah, öğlen ve akşam. Sanki ilaç alıyorum. Gerçi ilaç gibi de aslında öyle sanırım. Kalk odanı temizleyecem diye başımın etini yiğiyor. Ya insanlar yaşlandıkça özellikle annelerimiz sanırım direk çeneye vuruyor. Tamam anne ya kalkıyorum. O değil elli kere aynı resimleri gösteriyor bana bak resim çektim diye. Allahım sana geliyorum. Neyse anne molası veriyorum ve yazıyı bu saçma yazıyı noktalıyorum burada yeminle ne yazdığımdan hiçbir bok anlamadım. Annem sağolsun amin….

2 Eylül 2011 Cuma

Affettim Gitti


Affetmek ! Affetmek erdemlikmidir yoksa enayilik mi ? Yada bile bile yangına körükle mi gitmektir? Çok sevdiğin değer verdiğin bir kişiyi affedebilirsin. Ama sürekli affetmek yani bu affetme olayının bokunu çıkarırsan her bir hatadan yada yanlıştan sonra defalarca affediyorsan enayisin sen arkadaş. Hani bunun erdemlikten artık çıkmış laçka bir duruma gelmiş bişey çıkıyor ortaya. Hani bir kere affettin tamam onda sorun yokta ondan sonraları affedilen insanda şöyle bir duruma sebebiyet veriyor. Bikere affetti bidaha affeder nasılsa. Hani bikereden bişey olmazda sonraları karşındaki kişide yüzsüzlüğü ortaya çıkarıyorsun. Bu aile sevgili eş dost herkes için geçerli bir durum.

Bir kere affetsen bile artık eskisi gibi olmuyor hiçbir şey. Hani affedilen için tamam her şey aynı olacak gibi bir duygu yaratsa da affeden kişi için aynı durum söz konusu olmuyor. Hani bende affedildim çoğu zaman oradan biliyorum yani. Bir kere affetmek erdemliktir, ama ondan sonraları ya yangına körü körüne gitmek yada enayiliktir. Kendini üzmekten başka hiç bir şey olmaz. Tabi karşında ki insan ders almamışsa bir kere yapacak hiç bir şey yoktur.

Bu bir de insanın kişiliği ile alakalı bir durum. Hamurunda varsa ibnelik yapabilecek hiç bir şey yok. Bu kadın ve erkek içinde geçerli bana göre. Yani sadece erkekler ibnelik yapmıyor, bazı kadınlarda da bu durum mevcut. Şimdi buraya affetmekle ilgili bi hikaye yada çok duygusal şeyler de yazabilirdim. Ama yazmadığımdan değil yai neşeliyim sadece işin piçliğine kaçmak istediğimden böyle bir durum söz konusu. Affetmek tabiki bir yüceliktir ama bokunu çıkarmadan tabi.

He birde çok sevdiğin insanlar vardır ya, onlar ağzına bile sıçsa bir kere değil 50 kere affedersin. Ben bunlarda şeytan tüyü var diyorum. Onları kendimizle kıyaslamak yada başkalarıyla kıyaslamak saçmalık olur. Yani boşuna stres etmeye gerek yok o durumlarda. Çünkü onlar çok seviliyordur ve çok değerlidir affeden kişi için. Amaaaan hayat kısa hemde o kadar kısa ki değmez şu kısacık hayatta kalp kırmak, üzmek üzülmek. Savaşmayın sevişin öpüşün koklaşın işte hayat güzel zorlaştıran bizleriz. Arının tüm ön yargılarınızdan kibirinizden. Paylaşın paylaştıkça gülün eğlenin neşelenin. Hayat kısa yaktığın bir dal sigara kadar kısa hemde. Kaç yaşındasın bi sor kendine. Sonra geçmişe bak ve zamanın ne kadar çabuk geçtiğini düşün. Sonra ne demek istediğimi anlarsınız. Saygılar Sevgiler…